FRANSA’DA YARIM ASIRDIR YAŞAYAN TÜRKLERDEN / NEJAT FERUZ

Screenshot

Galatasaray Lisesi’nden sendikal mücadeleye. Hem tiyatro sahnesi hem sendikal mücadele , Sendikal mücadelesine darbeler de engel olamamış, 54. yıldır Fransa’da yaşayan Nejat Feruz’a

Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türkler röportaj serimize 54 yıldır Fransa’da yaşayan Nejat Feruz ile devam ediyoruz. Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan 1970 yılında arkadaşlarıyla birlikte Fransa’da okumak için Paris’e gelen Nejat bey, burslu olmadığı için kendisini bir dizi maceranın içinde buldu.

Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajları sürdürüyoruz Bugün de Nejat Feruz bey ile birlikteyiz. Kendisi 54 yıl önce başlayan Fransa’daki yaşantısını bize anlattı.

Tansu Sarıtaylı- Nejat bey Fransa’ya ne zaman ve nasıl geldiniz?

Nejat Feruz- Öncelikle, beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Fransa’ya 1970 yılının eylül ayında geldim. Galatasaray Lisesi’ni yeni bitirmiştim. Üniversite okumak için Fransa’ya gelmeye karar verdim. Yeşilköy’den İstanbul Uluslararası Havalimanı’ndan uçağa bindim. Yanımda da yine Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş iki arkadaşım vardı. O zamanlar yapılan üniversite sınavını kazanmıştım, fakat ben Fransa’da okumak istiyordum. Çünkü Fransızca eğitim veren bir okuldan mezun olmuştum. Fransızca devam etmek istiyordum.

Tansu Sarıtaylı- Peki Paris’e indikten sonra ne yaptınız?

Nejat Feruz- Paris’te havalimanında bizi Fransız bir çift arkadaşımız karşıladı. Onlarla Türkiye’deyken tanışmıştık. Çünkü Galatasaray Lisesi’nin son dönemlerinde hemen herkes Fransızlara rehberlik yapardı. Biz de o şekilde tanışmıştık. Bu tanışıklık iyi oldu. Bizi 15 gün kadar evlerinde konuk ettiler. Ondan sonra başımızın çaresine bakmak için kendimizi Paris çukuruna attık. O zamanlar burada girmek istediğiniz fakülteye bir olur kağıdı vermeniz gerekiyordu. Bu kağıt gelince hemen üniversiteye başvurduk. Sorbonne İktisat ve Siyaset Bilimleri (Economics and Political Sciences) bölümüne yazıldım. Okul, Lüksemburg Parkı’nın hemen arkasındaydı. Ancak burası oldukça zor bir okuldu. Dersleri düzenli takip etmek gerekiyordu. Ayrıca benim bursum yoktu. Yani burs almadan, kendi imkanlarımla gelmiştim. Ailem de zengin değildi. Çalışırım, okurum diye düşündüm.

Tansu Sarıtaylı- Zor olmadı mı öyle?

Nejat Feruz- Zor oldu. Bir serüvene atıldık. Okul zor olduğu için kaytarmakla olmayacaktı. Ama burs yok, para yok, ekonomik bakımdan geçinmenin çaresini bulmam gerekiyordu. O zamanlar bazı öğrenciler çalışıyordu ama normal bir çalışma iznimiz yoktu. Üniversite öğrencisi olduğumuz için bize oturma izni veriyorlardı ama kağıtlı işçiler gibi çalışma izni vermiyorlardı.

Tansu Sarıtaylı- Peki nasıl çalıştınız?

Nejat Feruz- Bir süre sonra çalışmaya başladık. Öncelikle pazarlarda çalıştık. Kısa bir süre sonra ben gece bekçiliği işi buldum. Üniversitenin olduğu yere Quartier Latin denir, orada bulvardan yukarı kuzeye doğru çıkarken yol üstünde ‘Otel la Fakülte’ var. Küçük bir otel. Geçenlerde gittim özel olarak ziyaret ettim, yenilenmiş, değişmiş. Neyse o otelde çalışmaya başladım. Resepsiyonu birinci kattaydı ve bir oda gece bekçisine aitti. Fakat bina altı kat olmasına rağmen asansör yoktu. Orada çalışmaya başladım ama ücretim azdı, komik bir şey 30 Frank. Fakat o gece bekçiliği meslek oldu benim için. 1974 ve 1975’te gece bekçisi olarak Rue Lafayette’in üzerinde bir yerde çalıştık.

Tansu Sarıtaylı- Oranın farkı neydi?

Nejat Feruz- O dönemde bir çocuk animasyon dergisi vardı, haftada 600 bin satardı. Öyle korkunç bir tirajı olan bir derginin Rue Lafayette’nin üzerinde büyük bir yeri vardı. Biz orada 3 kişi gece bekçiliği yapardık. Çok büyük bir yerdi, çok rahat koşullarda gece bekçiliği yaptık. Patronun aperatif kasası bize aitti falan. Bir süre öyle çalıştık. Hatta o zaman için bir şey uydurmuştuk ‘emekçi öğrenci’ diye bir tabir koyduk. Çünkü o sıralar Türkiye’den işçilerin geldiği yıllar. Almanya’dan sonra Fransa’ya da işçi akını başlamıştı. Biz de kendimizi onların arasına katmak ister gibi ‘emekçi öğrenci’ diyorduk.

Tansu Sarıtaylı- Peki o zamanlar Türkiye’den çok öğrenci geliyor muydu?

Nejat Feruz- Şimdiki kadar çok yoğun değildi. Yine de Türk öğrenciler vardı. Tarih boyunca iki ülkenin ilişkilerine bağlı olarak Türkiye’den okumak üzere öğrenciler gelmiş. Onların arasında tanınmış isimler de var. Başbakan Nihat Erim, 1930’larda burada doktora yapmış. Özellikle Türkiye hükümetinin verdiği bursla gelen öğrenciler vardı. Bunlar genellikle Türkiye’de üniversiteyi bitirmiş, doktora için gelenlerdi. Fransızca bilirler. Galatasaray Lisesi ya da Saint Benoit Lisesi mezunudurlar. O yıllarda doktora yapmaları 4-5 yıl sürerdi.

Tansu Sarıtaylı- Fransızca bilmeyenler de geliyormuş.

Nejat Feruz- Fransızca bilmeyen öğrenciler ise burslarına dahil olmak üzere bir yıl Fransızca öğrenirler, ondan sonra okullarına devam ederlerdi. Burslu gelen öğrenciler derslerini iyi takip ettiler, tezlerini de yazdılar. Şimdi yavaş yavaş aramızdan ayrılanlar var. Ama birkaç isim anmak istersem Ömür Sezgin, Ercan Eyüpoğlu, Raşit Kaya, Oğuz Oyan geliyor aklıma. Fakat epey isim var. Bunlar tezlerini tamamlayıp, Türkiye’ye döndüler ve yıllarca Profesör Doktor olarak üniversitelerde mesleklerini icra ettiler.

Tansu Sarıtaylı- Öğrencilerin yanı sıra sanatçılar da vardı değil mi?

Nejat Feruz- Evet, Paris Türk sanatçılar için bir çekim merkeziydi. Bu çekim merkezi olarak tabi yerleşmiş büyük Türk sanatçıların da önemi var. Abidin Dino gibi diğerleri gibi ama bir de yeni gelmişler vardı. Yani akademiden yeni çalışarak çıkmış ya da şu ya da bu şekilde onların arasına karışmış. Yani bizim dönemden ünlüler, fakat onlar da yavaş yavaş aramızdan kayboluyorlar. Heykeltıraş Mehmet Güleryüz gibi Ömer Uluç gibi, ayrıca Komet gibi isimler vardı. Bunlar o zamanlar ünlü değillerdi. Zaten resim satmak falan kolay iş değildi. Onların bursu var mıydı bilmiyorum. Galiba kimisi bursluydu. Heykeltıraş olarak Saim Bugay vardı, oyuncu Umur Bugay’ın babası. Saim abi çok iyi bir insandı, O da aramız şimdi.
Tansu Sarıtaylı- Peki onların nerede bir araya gelirdi?

Nejat Feruz- Çok enteresan bir şekilde bunların hepsinin bir buluşma yeri vardı. genellikle Saint Michael Meydanı’ndaki çeşme var ya çeşmeye sırtınızı verdiğiniz zaman sol tarafta bir büyük kapı vardır. Böyle cümle kapısı gibi 6 numara. Orada ‘Fransa Türk Öğrenci Birliği’ vardı. Biz geldiğimiz zaman vardı ama çok eskiden kurulmuş bir dernekmiş. Nihat Erimler falan dedim ya o zamanlardan beri varmış. Bu lokal Türkiye’ye aitti. Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği burasını Fransa Türk Öğrenci Birliği’nin kullanıma vermiş. Korkunç bir olanak.

Tansu Sarıtaylı- Peki o birlikten veya lokalden bahseder misiniz?

Nejat Feruz- Girişte birinci katta üç tane odası olan bir yerdi. Herkes orada buluşurdu. O zamanlarda telefon bulmak meseleydi. Dolayısıyla çok insan görüşmek için oraya geliyordu. Türkiye’den gelmiş işçi arkadaşlarımız da geliyordu. Onlar Paris’in içinde de oturmuyorlardı. Çok dışında Poissy veya da Mantes La Jolie’de oturuyorlardı, oralarda hala varlar. En büyük sorunları dil olduğu için birlik lokaline geliyorlardı.

Tansu Sarıtaylı- Peki o birliğin dernek olarak faaliyetleri nasıl yürütülüyordu?

Nejat Feruz- Dernek denilince bunun bir yönetimi olur. Biz de ayağımızın tozuyla geldiğimizin ertesi yılı yani 1971’de derneğin seçimi vardı. Tabi o dönemleri hatırlarsanız Türkiye’de ayrışmaların yaşandığı, sol grupların ve sağ grupların ortaya çıktığı bir dönem. Fransa’da da 1968 sonrası öğrenci olaylarının olduğu, işçi olaylarının olduğu 15-16 Haziran 1970 gibi. O olaylar burada da bizim aramızda da dal budak salmıştı. Tabi baştan söyleyeyim biz ‘sol’ takım arasındaydık. O yıl Fransa Türk Öğrenci Birliği’nin seçim yılıydı, iki grup vardı. Bir grup aşırı sağcı ülkücü taraftan diyelim. Öğrenci bunlar, öğrenci olmayan üye olamıyordu. Bir de Türkiye İşçi Partisi gibi değişik solda olanlar mesela Mahir Çayan’ın nişanlısı Gülten Paris’te burslu öğrenciydi, onun gibi insanlar vardı.

Neyse seçim oldu, ben ve iki arkadaşım kendimizi birlik yönetiminde bulduk. Birlik neyle uğraşır, öğrencilerin sorunlarıyla. O öğrencilerin büyük sorunu yoktu ama büyük sorunu olan öğrenciler bizdik, çünkü bursumuz yoktu. Fakat burslu öğrencilerin de bursa zaman zaman gecikirdi. Osmanlı Bankası vardı burada, Opera Meydanı’nda, oradan alırlardı. Bazen gecikince bizden avans isterlerdi. Derneğin, Türkiye hükümetinden belli bir ödeneği vardı. Biz de oradan avans verirdik. Bunlar da sonra geri öderdi. Ancak geri alana kadar da imanımız gevrerdi. Birlik lokaline zaman zaman işçiler de geliyordu. Onların dil sorunu olduğu için onlara yardım etmek istiyorduk. O ara yeni bir yardım imkanı doğmuştu. Yurtlara gidiliyordu. Böylece ilişkiler kuruluyordu. Bu faaliyetler devam ederken 1971’de Türkiye’de bir askeri darbe oldu. İşler fena halde değişti.

Tansu Sarıtaylı- 12 Mart darbesi değil mi?

Nejat Feruz- Evet 12 Mart 1971’deki darbe. Tabi ondan sonra 12 Eylül 1980’de de darbe oldu. 1960’ta da olmuştu. Malum Türkiye’de on yılda bir darbe yaşandı. 12 Mart darbesi olunca Türkiye’de özgürlükler sınırlandı. Askerler tamamen kendi başlarına iktidara gelmese bile Nihat Erim başbakanlığında birtakım şeyler kurdular. Bütün demokratik hayatı durdurdular. Aslında “Türkiye krizde, krizden çıkaracağız” dediler ama hatırlarsınız İlhan Selçuk’tan Yaşar Kemal’e kadar herkesi hapse attılar, işkenceler oldu.

Tansu Sarıtaylı- Peki Türkiye’deki darbenin Fransa’da ektisi nasıl oldu?

Nejat Feruz- Askeri darbe uluslararası alanda da sorun yarattı. Çünkü Türkiye büyük bir ülke. Avrupa Konseyi üyesi. Ayrıca Avrupa Birliği’ne aday adayı ülke konumunda. Aday üye olmak için çalışıyor. Diğer yandan bu darbe Türkiye’nin tanınması için etkili oldu. O yıllarda Fransa’ya geldiğimiz sırada gördük ki Fransız halkının çoğunluğu Türkiye’yi pek tanımıyor, Türkiye’yi hala Osmanlı dönemi gibi görenler vardı. Yani eğitimli kesim değil de sokaktaki adam açısından söylüyorum.

Tabi o darbe olunca, Avrupa’daki bir sürü politik hareketler Türkiye ile ilgilenmeye başladı.
Tabii mağdur olan insanlarla dayanışmak için harekete geçen buradaki politik olsun demokratik olsun sendikal olsun hareketler bunlar. Biz ise Fransa Türk Öğrenci Birliği olarak ne yapacağız? Hem devletten yardım alıyoruz hem devletin yerinde duruyoruz. Ama bu darbeyi belki aşırı sağda dediğim arkadaşlar hariç kabul etmiyoruz. Kabul edilecek bir hali yok.

Tansu Sarıtaylı- Peki ne yaptınız?

Nejat Feruz- Fransa Türk Öğrenci Birliği, 12 Mart darbesinin ardından Türkiye’deki durumu, Fransa’da izah eden yayınlara, bilgi aktarımına başladı. Durumdan haber veren bir yer haline gelmişti. Öyle gidiyordu ama bir şey oldu. Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını idama mahkum ettiler. 1972 yılının başlarıydı. Biz hala birliğin yönetimindeydik. O sırada Başbakan Nihat Erim’in Fransa’ya resmi bir ziyarette bulunacağını duyduk. Neticede Erim Fransa’ya geldi. O gelirken biz şimdi bu durumda ne yapabiliriz diye düşündük? Açlık grevi yapmaya karar verdik.

Tansu Sarıtaylı- Açlık grevi mi?

Nejat Feruz- Evet açlık grevi yapmaya karar verdik. Deniz Gezmiş ve arkadaşlar asılmaması için, tutuklulara işkence yapılmaması için…O kararla Fransa Türk Öğrenci Birliği lokalinde açlık grevi başlattık. Yani Başbakan Nihat Erim Paris’e geldiğine biz açlık grevindeydik. O açlık grevine 6 arkadaşımız katıldı. O arkadaşlarımız arasında Ataol Behramoğlu da vardı. Ayrıca şu anda Türkiye’de çeşitli gazetelerde yazan Necmiye Alpay vardı, Çelik Bilge vardı.

O açlık grevimiz, eylemimiz büyük yankı uyandırdı. Aslında Fransa’da Türkiye’nin tanınması açısından da etkili oldu. Çünkü hiç olmayan bir anda basın toplantısı yapıyorduk, basın bildirisi yayınlıyorduk. Fransız basını geliyordu. Bu arada Paris’teki Büyükelçimiz Hasan Esat Işık’tı. Kendisi Fransa Türk Öğrenci Birliği’nin yönetimiyle sürekli diyalog içinde olmuş, son derece demokrat bir insandı. Tabi şunu düşündük, Başbakan Nihat Erim geliyor, biz açlık grevi yapıyoruz. Tamam biz muhalifiz ama Nihat Erim ile görüşmek istesek görüşebilir miyiz? Büyükelçi Hasan Esat Işık beye sorduk. Büyükelçi de “Benden haber bekleyin” dedi.

Tansu Sarıtaylı- Büyükelçi, bekleyin mi dedi?

Nejat Feruz- Evet, birkaç gün bekledikten sonra da haber geldi zaten. Açlık grevinin beşinci günüydü sanırım, Büyükelçilik’ten bir telefon geldi, “Başbakan sizinle görüşecek hemen gelin” dediler. Ben ve bir iki arkadaşı çağırdılar yani. Hemen gittik, salona girdiğimizde karşımızda Başbakan Nihat Erim, Büyükelçi Hasan Esat Işık ve de Paris eğitim ve öğrenci müfettişi vardı.

Başbakan Nihat Erim, ellerimizi sıktıktan sonra “Çocuklar hangi okuldansınız” diye sordu. Beşimiz birbirimize baktık. “Beşimiz de Galatasaray Lisesi’nden” dedik. Orada konuşmaya başladık, eylemimizin sebebini ve talebimizi anlattık. Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmesin dedik. Başbakan Nihat Erim “Çocuklar, Türkiye’de hiç kimse politik fikirlerinden dolayı asılmaz” dedi. Bunun gibi laflar. Biz oradan çıkar çıkmaz bunu basına verdik. Ertesi gün Le Monde gazetesinde manşet oldu. Ama sonuçta Deniz Gezmiş ve arkadaşları asıldı. Herkes buna karşıyım diyor ama o zaman parlamentoda asılsın diye oy verenler vardı, idam için oy verdiler bu böyle gidiyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki bu hengamede okula gidebiliyor musunuz bari?

Nejat Feruz- O da var tabi. Derse yetişmek imkansız gibi bir şey olmaya başladı. Hem gece bekçiliği yap hem de öğrenci birliğine bak, işçilerle uğraş falan derken olacak gibi değil, çok zorlandık. Fakülte de çok zordu. Yani siyasal iktisat çok zordu, dersleri mutlaka takip etmek gerekiyordu, hocalar da zorluyordu. O şartlarda bir seneyi geçtim de ikinci seneyi yapamayacağımı anladım.

Tansu Sarıtaylı- Peki ne yaptınız okulu?

Nejat Feruz- Okulda ikinci yılı aşamayacağımı anlayınca okulu değiştirdim. Paris 8 Üniversitesi’ne geçtim. Saint Sein Deniz’te olan okul o zaman yeni kurulmuştu. Şimdi çok iyi bir üniversite olarak kabul ediliyor.

Tansu Sarıtaylı- Öğrenci birliğindeki görevinize devam ettiniz mi?

Nejat Feruz- O yoğun ve karışık vaziyet içinde Fransa Türk Öğrenci Birliği’nin yönetiminden ayrıldı. Çünkü o işi yapabilecek başka insanlar devam etti. Fakat çok sürmedi, o olaylar. Konu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) kadar gitti. Meclis’te soru önergeleri verildi “Bunlara nasıl para veriliyor, onlar nasıl orada bizim yerimizde oturuyorlar” falan dediler. Sonra lokal mokal hiçbir şey kalmadı.

Tansu Sarıtaylı- Peki birlikteki görevinizden ayrıldıktan sonra ne yaptınız?

Nejat Feruz- Okula devam ettim. Ama dediğim gibi lise yıllarından bu yana sol aktivist bir insan olduğum için burada da duracak halim yoktu. Hele işçiler de burada olduğuna göre, öğrenci kesiminden ayrılıp daha çok Türkiye’den gelen işçilerin sorunlarıyla ilgilenmeye başladım.

Tansu Sarıtaylı- Peki ona nasıl başladınız, zor olmadı mı?

Nejat Feruz- Tabi. Biz de aslında Fransa’yı bilmiyorduk. İşçilerden tek farkımız dil biliyorduk o kadar. Biz de Fransa’yı o zaman tanımaya başladık. Fransa tabi Türkiye’ye göre çok demokratik. Halk için verilen mücadeleler önemli. Tabi bizim işçilerimizin çok büyük sorunları var. Bir kere işçilerimiz belli noktalarda yoğunlaşmış. Poissy’de Simca araba fabrikası başka bir yerde de Citroen ve Peugeot fabrikalarının olduğu yerlerde bizim vatandaşlarımız var. Ama Bordeaux şehrinde de ve onun dışında bir de konfeksiyona gelen yani atölye işçileri vardı. Onların koşulları da önemliydi. Tam Paris’in merkezinde 10. Bölgede şimdi ‘Küçük İstanbul’ diyoruz, Faubourg Saint Denis üzerinde küçük küçük atölyeler vardı. Atölyelerde çalışanları, çalıştıkları yerde yatıran işverenler çoktu. Resmen bodrumda yatırıyorlardı işçileri. Korkunç şartlar ve sömürü mekanizması vardı. Biz de bunlarla ilgilenmeye başladık.

Tansu Sarıtaylı- Peki ne yaptınız?

Nejat Feruz- Bu işçilerle ilgilenmeye başladık ama nasıl olacaktı, ancak sendikal mücadeleyle olur dedik. Burada tabii çeşitli sendikal örgütler var. O zamanlar belki tek bir taneydi ama şimdi 8 tane çok büyük sendikal örgüt var. Bunlardan en başta gelenlerden birisi CGT yani Genel İş Sendikası Konfederasyonu. Onların da yabancı işçilerle ilgili oldukça gelişmiş çalışmaları ve hareketleri vardı. Dolayısıyla onlarla bir araya geldik. Çünkü onların İspanyolca İtalyanca, Sırpça, Portekizce, Arapça aylık bültenleri vardı onu dağıtıyorlardı.

Çünkü o zamanlar o dilleri konuşan göçmen işçiler vardı, şimdi azaldı. Böylece ilk defa Türkçe bülten de çıkarmaya başladık. Biz başlattık. “Türk İşçileri” adıyla yıllarca çıktı.
Türk işçiler, CGT’ye üye oluyordu, sendika da bu şekilde Türk işçiler arasında örgütleniyordu. Özellikle konfeksiyon işçileri için adım attık. La Bours de Travaille var Republique Meydanı’na çok yakın. Tekstil federasyonunun çarşamba günleri permanent bürosu vardı. Ben oraya gidiyordum.

Fransız hukukçu arkadaş, sendikacı arkadaş, gelen işçi arkadaşların sorunlarıyla ilgileniyordu. Ondan sonra işçilerin hakları iş mahkemesine gidiyorlardı. Bu alandaki ilk greve de biz yardımcı olduk. Tam Republique Meydanı ile Strasburg Mahallesi arasında Rue Saint Martin’de bir yerde işçiler grev yaptı. Kaçak olarak izinsiz çalışanlar yasal çalışma hakkını aldılar. O günkü şartlarda çalışmaları çok zordu. Konfeksiyon atölyelerinde şartlar kötüydü ama büyük şirketlerdeki çalışma şartları da kötüydü.

Hak eşitliği denilen şey yoktu. Ama hak eşitliği sadece Türk işçilerle alakalı değil. Mesela devlet çocuk parası veriyordu ama Faslı’ya ayrı, Türk’e ayrı tutarda ödeme yapıyordu. Yani ülkelere göre farklı tutarlar. Olacak şey değil! Dolayısıyla hak eşitliği önemli bir şeydi. Dolayısıyla bunlar üzerine çalıştık.

Rue Blanche’ın alt tarafında CGT’nin bir bölge lokali vardı. Her Pazar orada permanent yapıyorduk. Yani işçi arkadaşlar Paris’e geldiklerinde buralara uğruyordu. Böylece burada ilk defa 1 Mayıs’a CGT’nin organizasyonu altında katıldık. Öğrenciler, işçiler, Türkiye’den gelen herkes hep birlikte katılıyorlar. Halen devam ediyor ama ben artık uzaktayım.

Tansu Sarıtaylı- Nejat bey sizin bir de El Ele Derneği döneminiz var değil mi?

Nejat Feruz- Evet sonrası var tabi. Ama sonra başka şeyler de var. Bu arada CGT ile birlikte gerçekleştirdiğimiz önemli bir işi söylemek istiyorum. Sadece Türklerle ilgili değil bütün yabancı işçiler için ‘Fransızca Eğitimi Derneği’ kurduk. Büyük bir dernek oldu, hala daha devam ediyor. Müthiş bir şey oldu. Orada ben tiyatroculuk da yaptım.

Tansu Sarıtaylı- Tiyatro tecrübenizden de bahseder misiniz?

Nejat Feruz- Galatasaray Lisesi’nde biraz tiyatro tecrübem olmuştu. 12 Eylül’den sonra Mehmet Ulusoy ile birlikte sahneye çıktım. Kendisi 2005 yılında 65 yaşındayken vefat etti. Paris’e Türkiye’deki oyunları getirmişti. Ben de Son oyununu organize edenler arasındayım. Evet ama şimdi Mehmet Ulusoy Türkiye’de tiyatroculuk yapıyordu. 12 Mart 1971’de askeri rejim gelince bir gün kapı çaldı, açtım baktım Mehmet Ulusoy.

Onun zaten daha önce Paris’te okumuşluğu var. Tiyatroyu da burada okumuştu. “Çocuklar tiyatro kurmaya geldim” dedi. Nasıl kuracağız, sende para yok bizde para yok… Neyse kurduk tiyatroyu. Mehmet Ulusoy, daha önce burada hem tiyatro okuduğu hem de tiyatroda çalıştığı için bağlantıları var. Biliyorsunuz Paris dünyanın tiyatro merkezi diye de anılır. Sırf Paris’in içinde değil Paris’in çeperlerinde banliyölerinde de büyük tiyatrolar vardı.

Saint Seine Denis’te bir tane tiyatro Philippe vardı, Mehmet Ulusoy onun yönetmenini tanıyordu. Oraya gittik, “Biz tiyatro kurmak istiyoruz Jose” dedi İspanyol asılı arkadaşına. O da “Vallahi ben de biliyorsunuz aldığım parayla kendimi ancak geçindirebiliyorum. Tiyatrodan para kazanmak diye bir şey söz konusu değil. Burayı gezdireyim görün” dedi. En alt katta hiçbir şey yoktu. “Orada istediğiniz gibi bir oyun kurabilirsiniz dedi. Size lojistik desteği de veririm ama para veremem” dedi.

Biz de orada bir grup kurduk. Tiyatronun adını da “Tiyatro Liberte” (Özgürlük Tiyatrosu) koyduk. Tiyatronun başında Mehmet Ulusoy var, ben varım, Mehmet beyin eşi Keriman hanım var. Fakat profesyonel oyuncu lazım. Biz ikimiz dışında profesyonelce oynayan yoktu yanımızda. Sonra Paris 8 Üniversitesi’nden ya da konservatuvardan öğrenci olan insanlar katıldı. Az buz bir topluluk değil 10-15 kişilik bir grup olduk. Sahneye ne koyacağız, ne oynayalım derken Türkiye’nin durumuyla ilgili bir oyun koymamız lazım diye düşündük.

Türkiye’de yapmış olduğumuz oyunlardan bazı sahneler vardı onları bir araya getirdik, başka şeyler ekledik. Tabi Nazım Hikmet şiirleri çok vardı, Aziz Nesin’den bir hikaye vardı, Ataol Behramoğlu da kalemini kattı işin içine. Sonuçta ‘Gelecekten Destanlar’ diye bir oyun çıktı. Bilirsiniz destan eskileri anlatır, ama biz geleceğe yön verecek bir destan yazıyoruz diye bir oyun çıktı ortaya. Oyun tuttu. Tabi pat diye olmadı bu, arada övgü aldı… sonra ben oradan ayrıldım. Mehmet Ulusoy devam etti. Başka oyunlar da koydu, Fransız tiyatrosunda kendine özgün bir yer edindi. Daha sonra ben tekrar çalıştım, artık sene 1975 olmuştu, benim okul bitiyordu. Okulu tamamlayınca ben İstanbul’a döndüm.

Tansu Sarıtaylı- İstanbul’da dönünce ne yaptınız?

Nejat Feruz- Sendikal faaliyetlerle epey uğraştığım için, İstanbul’da da benzeri bir ortama girdim. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları (DİSK) Konfederasyonu’nun Eğitim Dairesi Müdürü oldum. O zamanlar küçüktü ama geliştiği yıllardı. 1975-1980 arası eğitim dairesini kurduk, yani benim sayemde kuruldu. O yıllar Türkiye’de sendikacılığın çok yükseldiği bir dönem. DİSK’in üye sayısı o 5 yıl içinde 200 binden 600 bine çıktı. O büyük 1 Mayıs eylemleri o yıllarda oldu. Hepsi Türk-İş’in karşısındaydı. Tabi DİSK ve Türk-İş vardı büyük sendika olarak. Sonra Hak-İş kuruldu, başka şeyler de oldu Memur-Sen falan. Ama o dönem, Türkiye tarihi açısından önemli. Fakat 1977’den sonra silahlı çatışmalar çıkmaya başladı. 12 Eylül 1980’de askeriye yönetime el koydu, yani yine bir darbe oldu.

Tansu Sarıtaylı- Darbe olunca siz soluğu Paris’te mi aldınız?

Nejat Feruz- Ben kendimi Paris’e atmadım. Ama başka bir yere attım. Çünkü aranıyordum. DİSK’in faaliyetleri durdurulmuş, yöneticileri hep tutuklanmıştı. Ben yönetici değildim ama DİSK’in uzman çalışanı olarak aranıyordum. Hatta benim Fransız plakalı Renault 5 model arabam da aranıyormuş. Onu da sakladım. Bir süre özel Fransızca dersi vermeye başladım. Ama baktım olacak gibi değil, ben de yurt dışına çıktım.

Tansu Sarıtaylı- Nereye gittiniz?

Nejat Feruz- Paris’e gelmeden önce dünyanın o sıra Dünya Sendikalar Federasyonu’nun merkezinin bulunduğu Prag’a gittim. Yani o zaman Çekoslovakya denilen ülkeye gittim. Orada çalıştım. O örgütün dünya genelinde teşkilatı var. Böylece konferanslar düzenledim, dayanışma ve eğitim etkinlikleri düzenledim. Fakat bir yerden sonra yürümedi.

Bu faaliyetlerde hep en genç bendim. Baktım pek Çekoslovakya’daki sistemde pek bir şey olmuyor, Türkiye’ye de gidemiyorum. Çünkü DİSK davasından 52 kişi hapisteydi, 4 yıl yattılar zavallılar. Fakat ondan sonra hepsi aklandı. Biz de aranıyoruz. Ölüm cezası falan da konuşuluyor. Barış Derneği, TKP Derneği davası falan derken Türkiye’ye gitmeme imkan yok. O halde ‘Hadi kürkçü dükkanına’ dedim, Paris’e gittim.

Yıl 1985 yine Paris’teyim. Tabi yine işsiz güçsüz bir Nejat olarak ne yaparım diye düşündüm. O dönemde Mehmet Ulusoy iyi durumdaydı. Tiyatrosu iyi iş yapıyordu, devletten de belli bir miktar sübvansiyon alıyordu. Mehmet Ulusoy da “Lütfen bize gel” dedi. Bir süre Mehmet’le çalıştım. Özellikle Paris’te bu tiyatroda Colline var yani Paris’in değil Fransa’nın en önemli ulusal sahnelerinden birisi. Onun küçük salonunda bir oyun koyduk. Martinik üzerine bir oyun. Fransızca ama ondan sonra büyük salonunda 600 kişilik salonda Yaşar Kemal’in ‘Orta Direk’ romanını sahnede oynadık.

Fakat tiyatroculuk zor bir iş. İnsanın insanla ilişkisi zor zaten. Çeşitli insanları taklit eden adamların arasında çeşit çeşit şeyler birbirine karışıyor. Zor kişilikler. Derken ben Mehmet’ten ayrıldım. Sene 1995 yılıydı galiba iki tane filmde rol aldım, sinema yaptım. Arkadan Fransız televizyonu ve Belçika televizyonu için bir film yaptım. Biri Türkiye’nin çok ünlü, Mahmut Kudsi Makal’ın ‘Bizim köy’ romanından uyarlama, yani belgesel bir şey yaptık. Bir tane de kervansaraylar hakkında. Böyle daldan dala derken kendimi Radyo France Enternasyonal’da buldum.

Uğur Hüküm ile birlikte. Uğur Hüküm de benim Türkiye’de tanıdığım bir tiyatrocudur. Orta Doğu Teknik Üniversiteli yani ODTÜ’lü. Oradaki tiyatro şenliğinden hatırlıyorum. Bana sık sık “Gel şuraya” derdi, ben de “Ya bırak benim sesim genzimden çıkar” diye reddediyordum. “Ama teknik çok gelişti” dedi. Gittim hakikaten yani değişik. 5 yıl kadar orada çalıştık. Ama sürekli değil bir saatlik program yapıyorduk.

Tansu Sarıtaylı- Güzin Dino zamanıydı bildiğim kadarıyla.

Nejat Feruz- Güzin hanımın başlangıcıydı. Güzin hanım benim nikah şahidim, Abidin Dino abi de benin manevi babam gibiydi. Tabi Güzin hanım başlatmış oradan oraya geçmiş, sonra bizim zamanımızda kapandı. Aslında biz 5 yıl devam ettik. Çok ilginç bir şeydi, çünkü Paris’ten gelip geçen herkesle konuşup mülakat yapabiliyorduk. Önemli insanlar, politik olsun, işadamı olsun, sanatçı olsun, hepsiyle. Koca Radyo France Enternasyonal. Çeşitli dillerde yayın yapıyor, tabi en çok Arapça. Türkçe yayın da yapıyor. Ama kamu radyosu olduğu için devletten sürekli sorunludur. Yani bütçesi sorun olur. Çünkü yeni gelen iktidarlar burnunu sokar, yürümez.

Tansu Sarıtaylı- Radyoya çok mu karıştılar?

Nejat Feruz- Nicolas Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı zamanından bahsediyorum. Sarkozy orayı ‘reorganize’ ediyordu. Yani yeniden düzenliyordu. Bizim Türkçe servisini pat diye kapattılar. Türkçe zaten haftada bir saatti. Ancak iki saat Arnavutça yayın devam etti. Almanca yayın yapılıyor ama o dilde yayın yapmak mantıklı değil politik olarak. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde konuşulmuyor. O yayın saati kapanında başka bir yöne, dernek işlerine döndüm.

Tansu Sarıtaylı- Elele Derneği’ne yani.

Nejat Feruz- Evet. Aslında radyoda çalışırken de işte bu ‘Elele Derneği’nde bir şeyler yapıyorduk. Dernek 1984’te kuruldu, Dernek Başkanı Gaye Petek’ti. Beni yönetim kuruluna davet ettiler. Bir anda yönetime girdim. Yönetim kurulu toplantısında bir şey konuşuluyor, onların her ay çıkan bir yayını var, onu çıkaran arkadaş gitmiş, ne olacak diyorlar. Benim de bildiğim ve sevdiğim bir alan. “Ben çıkartayım” dedim. Sen çıkartamazsın çünkü yönetimdesin, istifa edersen çıkartabilirsin dediler.

Düşündüm ki zaten işsizim, bu yayını çıkarırsam maaş verecekler. Tamam dedim. O zaman hem Elele Derneği’nin içinde olurum hem de yayını çıkarırım diye düşündüm. Böylece o dernekteki serüvenim başladı. Tansu bey, o serüveni siz biliyorsunuz tami. Fransa’daki en etkin, en yoğun çalışan derneklerden biriydi. 2010 yılına kadar çalıştım. Sonra o dernek de kapandı.

Yani derneklere sübvansiyonlar, yardımlar kesilince devam edemedi. O da Sarkozy dönemiydi yanlış hatırlamıyorsam. Şimdiki Başbakan Michel Barnier, Tarım Bakanı olduğu dönemde bir kere gelmişti bizim Elele Derneği’ne. Hatta iki bakan bir arada gelişlerde, diğerini hatırlayamıyorum. (2009 yılında Bakan Michel Barnier ile Elele Derneği’ni ziyaret eden Göç ve Uyumdan Sorumlu Bakan Eric Besson’du).

Tansu Sarıtaylı- Dernek işinden sonra nelerle uğraştınız?

Nejat Feruz- Elele’den sonra 2015-2024 yılları arasında CGT’nin dış ilişkiler dairesinde Kuzey Afrika, Türkiye ve Orta Doğu ülkeleriyle sendikal ilişkilerden sorumlu uzman olarak çalıştım. 2024’te emekli oldum.

Tansu Sarıtaylı- Peki Nejat bey epey maceralı bir hayat olmuş. Biraz başa dönelim, yıllardaki Fransızların Türklere bakışıyla şimdi Türklere bakışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nejat Feruz- Fransızların Türk toplumuna bakışı hakkında dereceli bir yanıt vermek mümkün. Yani bütün yabancılar arasında Türklere bakışları daha esnek. Peki neden? Türklerin geçmişi çok eski olduğundan değil. Ama şöyle diyeyim, Türkler Fransa’da pek görünür değiller. Yani Türk toplumu kendi içine doğru çok kapanık. Hele Paris’ten dışarı çıktığınızda aile çevresi, mahalle çevresi söz konusu. Hepsi böyle. Yani ya dernek kuracak ya da cami yapacak. Bunları yaparken de pek resmi kuruma gitmezler, belediyeden para desteği istemezler, kendileri para toplayıp kendileri yaparlar. Fakat öte yandan Türkiye’den Fransa’ya gelmiş insanlar arasında sanatçılar epey öne çıktı. Yani bazı şeyler değişti dolayısıyla hava da biraz değişti. Dolayısıyla bizim geldiğimiz yıllara göre Türkiye daha iyi tanınıyor.

Tansu Sarıtaylı- Nejat bey çok teşekkür ederim güzel bir sohbet oldu, ağzınıza sağlık.

Nejat Feruz- Rica ederim. Son bir mesaj paylaşmak istiyorum. İki noktaya dikkat çekmem lazım. Fransa, birçok Avrupa ülkesi gibi değişik ülkelerden gelen insanların çalıştığı bir ülke. Ama bir de yabancı düşmanlığı dediğimiz bir şey var, hatta giderek İslam düşmanlığı gibi laflar da ediliyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir şey var. Bazı politikacıların siyasete alet etmek istediği konular var. Yabancı meselesi de bunlardan biri. Bazı Fransız partileri, ki bunların içinde yabancı kökenli politikacılar da var Fransız kesimini sözüm ona kendi yanlarına almak için yabancı düşmanlığını körüklüyor.

Buna dikkat etmek lazım. Fransız toplumunun genelini, Fransa’yı bir bütün olarak yabancı düşmanı gibi görmemek lazım. Bu oyuna gelmemek lazım. Kaldı ki bu adamlar korkunç seviyede yalan söylüyorlar. Sanki Fransa’ya her gün 100 bin yabancı giriyormuş gibi konuşuyorlar. Belirtmek istediğim ikinci konu biraz daha genel. Dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir halk hiçbir millet diğer milletten üstün değildir. Elbette bunlar eşittir.

Ancak halklar birbirine saygı gösterirse, birbiriyle dayanışma içinde olursa iyi anlamda yol alabiliriz. Yani savaşları önlemenin de başka bir yolu yok. Hatta savaşları bir kenara bırakalım, dünya elimizden gediyor, yani çevre sorunlarını görmemiz lazım. İspanya’da bu hafta sel oldu, 150-200 kişi yoğun yağışlar sonucu oluşan sellerde hayatını kaybetti. Yani Türkler Fransızlardan veya Fransızlar Türklerden daha iyi diye bir şey yok. Herkesin içinde iyiler ve kötüler var. Dünyada bütün milletler, bütün halklar saygı ve dayanışma içinde olalım, dünyayı kurtaralım.