Fransa’ya Turist olarak geldi kendi atölyesini kurdu. Çocukları Fransız vatandaşı oldu. Kendisi Paris’te 24 metrekare bir evde yaşıyor. Fransa’da kaldığımız yeter artık diyen Erol Gündealan, Biraz da Türkiye’de yaşayalım diyor ve kesin olarak dönmenin hazırlıklarını yaptığını söylüyor.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türkler röportaj serimize 52 yıldır Fransa’da yaşayan Erol Gündealan ile devam ediyoruz. Erol bey, 1973 yılında İstanbul Sirkeci’den bindiği kara trenle Fransa’ya gelirken İsviçre’de pasaport kontrolünde takılmış. Polisler turist olduğu için Erol beyi trenden indirip bir gece tutmuş. Ertesi gün terzi olduğunu ve Paris’e model almaya gittiğini söyleyince bırakmışlar. O şekilde Lyon’a inen ve burada bir yıl kaldıktan sonra Paris’e gelen Erol Gündealan, yıllarca kaçak olarak çalışmış. 8 yıl sonra çalışma izni alabilen Erol bey ancak o zaman Türkiye’ye izne gidebilmiş.
Tansu Sarıtaylı- Türklerle ilgili röportajımızı sürdürüyoruz. Bugün de Erol Gündealan ile birlikteyiz. Erol bey, Fransa’ya ne zaman ve nasıl geldiniz?
Erol Gündealan- 1973 yılının mart ayında memleketim olan Manisa’nın Akisar kazasından İstanbul’a geldim. Sirkeci’den trene bindim, Fransa’ya bir haftada ulaştım. Çünkü İsviçre sınırında polis kontrolüne takıldım. Trende yanımda olanların hepsinde olduğu halde benim çalışma iznim yoktu. Öyle olunca beni trenden indirdiler. Ben bir gece orada kaldım. Daha sonra onlara “Ben terziyim. Paris’e gideceğim. Oradan model alıp ülkeme döneceğim” dedim. Pasaportuma bir damga vurdular ve hadi git dediler. İlk önce Lyon kentine indim. Fransa’ya gelmiştim ama senelerce memleketime geri dönemedim.
Tansu Sarıtaylı- Memlekete niye gidemediniz Erol bey?
Erol Gündealan- Çünkü turist statüsündeydim. Lyon’da Konyalı birinin yanında kaçak olarak çalıştım. Orada Konyalı 4 işçi daha vardı, onların evinde kaldım. Benden kira falan hiçbir şey almadılar. Benim gariban olduğumu anladılar, yani bana baktılar. Onların bulaşıklarını yıkıyordum, onların yanında yiyip içiyordum.
Tansu Sarıtaylı- Orada ne kadar kaldınız?
Erol Gündealan- Onlar konserve fabrikasında çalışıyordu. Ben bir sene sonra trene bindim Paris’e geldim. Fakat burada iş bulamadım. Çünkü o zamanlar Paris’te pek fazla konfeksiyon atölyesi yoktu. Zor yıllardı. O zamanlar polis kontrolü çoktu. Hatta Kaçak çalıştıranların atölyesindeki makineleri alıyorlardı. Hatta bankadaki paralarına da el koyuyorlardı. Türkiye’ye sınır dışı ettikleri de oluyordu. O şartlarda Paris’te 7 sene kaçak olarak çalıştım, kaçak olduğum için memleketime gidemedim. Annemle 4 sene sonra telefonla konuştum. Ben ağladım annem de oradan ağladı.
Tansu Sarıtaylı- Peki Türkiye’ye ilk ne zaman gittiniz?
Erol Gündealan- 1980 yılında François Mitterrand Cumhurbaşkanı seçilince ülkede kaçak çalışan turistlere işçi olma hakkı verdi. Ben de çalışma izni aldım işçi oldum. İki yıl sonra annem bana mektup gönderdi. Mektubunda “Çabuk gel. Baban hastanede. Ya görürsün ya göremezsin” diye yazmıştı. Ben hemen Türkiye’ye gittim. Babamı ilk gün hastanede gördüm ve babam iki gün sonra vefat etti. Sekiz yıl sonra bu şekilde Türkiye’ye gidebildim.
Tansu Sarıtaylı- Türkiye’den tekrar Fransa’ya dönüşünüz nasıl oldu peki?
Erol Gündealan- Hanımımla birlikte döndüm. Onu turist olarak Fransa’ya getirdim. Hatta Air France uçağıyla geldik. Turist de olsa burada kalmaya devam edeceği için yani geriye dönmeyeceği için dönüş biletini yırtıp attık. Çünkü eşim turist olarak gelmişti, bileti iade edemezdik. Hanımla beraber çalıştık. Hanım kaçak olarak çalışıyordu, sonradan o da kayıtlı işçi oldu.
Tansu Sarıtaylı- Peki ya çocuklarınız?
Erol Gündealan- Hanımdan sonra büyük kızımı getirdim. Peşinden de onun küçüğü olan kızımı. Daha sonra da oğlumu getirdim. Fransa’da biraz daha çalışınca araba aldım. O arabayla Türkiye’ye tatile gittim. Aynı arabayla geri döndüm ama bu sefer annemi de getirdim. Aileyi bir araya toplayınca ben de o seneler hemen herkesin yaptığı gibi konfeksiyon atölyesi açtım. Artık kendi işyerimizde çalışıyorduk. Fakat annem üç ay sonra vefat etti. Anneciğim Paris’te yanımızda sadece üç ay kaldı. Cenazesini uçakla Türkiye’ye götürdüm. Ben bir evin bir oğluydum. Ne kız kardeşim ne erkek kardeşim var. Babamı yıllar sonra rahmetli olmadan evvel son iki gününde görebildim, onunla konuşamadım bile.
Atölyemizde hanımla beraber çalışırken Manisa Akhisar’da iki katlı ev yaptık, bir dükkan aldık. Fakat turist yaşadığım yıllarda günde üç paket sigara içiyordum olan kalbimize oldu bıçak altına yattık sigara yüzünden. 1996 yılında açık kalp ameliyatı oldum. Bu arada oğlanı evlendirdik. Oğlum şanslıydı, ben turistken İzmirli Çetin diye bir tanıdıktan 10 bin Frank hava parası vererek evi tutmuştum. O tuttuğum evi oğlana devrettim. Şimdi ben 24 metrekare küçük tek odada eşimle kalıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Peki Erol bey, ilk geldiğiniz zamana geri dönelim. İlk geldiğinizde dil sebebiyle zorlanmadınız mı?
Erol Gündealan- Daha Fransızcayı doğru düzgün öğrenemedik. Öğrenmek için ya bir Fransız kadınla yaşayacaksın ya da dil okuluna gideceksin. Geldiğimi zaman burada tanıdığım yoktu. Hemşerim falan da olmadığı için yalnız başına bir şey öğrenemedim. Bizim ailede yalnız oğlum biliyor, oğlumla da ters düştük maalesef. Torunlar burada doğduğu için onlar iyi konuşuyor. Torunlardan biri üniversiteyi bitirdi, diğeri de lise sonda.
Tansu Sarıtaylı- Erol bey ilk geldiğiniz yıllarda Türkiye’den neyinin özlemini çektiniz, burada bulamadım dediğiniz bir şey oldu mu?
Erol Gündealan- Türkiye’de olan her şeyi özledim. Hele hele sekiz sene burada kalıp gidemeyince, göremeyince daha zor oldu.
Ben hep çalıştım. Çalıştığım yerin yanında bulvarda self servis vardı. Her gün tavuk patates yiyorduk. Başka da ne yiyeceğimizi bilmiyorduk. Buralarda Türk yemekleri yoktu, lokanta yoktu. Dolayısıyla memleketteki her şeyi özledim.
Tansu Sarıtaylı- Peki geldiğiniz ilk yıllarda Fransızların, Türklere bakışı nasıldı?
Erol Gündealan- Türkleri seviyorlardı. Zaten çok fazla Türk yoktu. Biz iki arkadaş karşılaşıp Türkçe konuştuğumuz zaman herkes yan yan bize bakıyordu. Metroda da Türkçe konuştuğumuzda aynı. Ama bir kötülük görmedim. Onlardan hep iyilik gördüm.
Tansu Sarıtaylı- Peki şimdi Türklere nasıl bakıyorlar?
Erol Gündealan- Türklere şimdi iyi bakmıyorlar. Çünkü Türk nüfusu çok arttı. Türkler hakkında iyi düşünmüyorlar. Resmi bir büroya gittiğin zaman, bir şey dediğinde, “Memnun değilsen çek git ülkene” diyorlar. Bunu bize söyleyenler de aslında esas Fransız değil. Fransızca bildikleri için memur olmuşlar. Dediğim gibi halbuki onlar da bizim gibi yabancı. Afrikalı. Onlara cevap verdiğin zaman hemen memleketine git diyor, doğru söylüyor. Bizim de yaşımız geldi 80’e. Artık hep hastalıkla, hastaneyle uğraşıyoruz. Türkiye’ye kesin olarak dönmek istiyoruz. Bakalım nasıl olacak, bilmiyorum.
Tansu Sarıtaylı- Erol bey, peki çocukların durumu nasıl? Türkçe ve Türk kültürü bakımından ne durumdalar?
Erol Gündealan- Çocukların hepsi evli. Kızlarımdan biri Türkiye’de. Oğlum da burada Fransızcayı güzel öğrendi. Büyük kızımın Fransızcası benim gibi sayılır pek iyi diyemem. Çünkü büyük kızım buraya geldiğinde 16 yaşındaydı, biz onları burada okula falan göndermedik. Biz de dil okuluna gitmediğimiz için pek öğrenemedik.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklar kız olsun oğlan olsun Türkiye’ye dönerler mi?
Erol Gündealan- Dönmezler çünkü ben dönmedim, onlar da dönmez. Belki emekli olduktan sonra. Torunlar kesin burada kalır. Burada okumuşlar, onlar için Türkiye bitti. Zaten büyük torunu buradan evlendireceğiz.
Tansu Sarıtaylı- Erol bey, siz Türkiye’ye gittiğinizde size ‘Almanyalı’ gibi mi bakıyorlar?
Erol Gündealan- Ha ha. “Fransalı geldi” diyorlar. Orada da yabancı burada da yabancıyız, biliyorsun. Yani iki ülkede de yabancısın. “Fransalı Erol geldi” diyorlar, onun için de fiyatlarla falan oynuyorlar. 100 liralık şeye 150 diyor mesela.
Tansu Sarıtaylı- Peki 50 yılı aşkın süredir buradasın, kendini Türk kültürüne mi daha yakın hissediyorsun Fransa kültürüne mi?
Erol Gündealan- Türk kültürüne biz alışmışız. Türk kültürü bizim ruhumuza işlemiş. Benim ilk geldiğim dönemde 1973 yılında Araplara ait cami vardı, namaz kılmak için oraya gidiyorduk. Diyanet İşleri Başkanı gelmişti o zaman yanılmıyorsam Tayyar Altıkulaç. Yanında birisi vardı onlarla merhabalaştık ve “Bize ait cami niye yok” diye söyledik.
Tansu Sarıtaylı- Erol bey şimdi burada malulen emeklisin değil mi?
Erol Gündealan- Evet malulen emekliyim, sağlam geldik çürük olduk burada.
Tansu Sarıtaylı- Türkiye’de terzi miydiniz? Fransa’ya neden geldiniz?
Erol Gündealan- Evet terziydim, hem de ısmarlama iş yapıyordum. Burada konfeksiyonda çalıştım. Biz memlekette çok fakirdik Tansu bey. Fakirlikten geldik buraya. Benim babam at arabasıyla eşya taşıyordu. Ben Fransa’ya geldiğimde evliydim, üç tane çocuğum vardı. Onları bırakıp gelmiştim. 1980’de çalışma izni aldım, kayıtlı işçi oldum. 1982’de babam hastaneye kaldırılınca yıllar sonra apar topar memlekete gittim.
Tansu Sarıtaylı- İşçi olduktan sonra kendi atölyenizi kurdunuz değil mi? Kaç kişi çalışıyordu?
Erol Gündealan- Benim kartımı Fransız bir kadın çıkarttı. Yani benim iş kartımı yaptı, öyle kayıtlı işçi oldum. Orada 10 sene çalıştım. Sonra belediye yol geçiyor diye yıktı. Ben evi yaptım, ikinci katta çalışıyorduk. O arada dükkan da aldım. Araba alıp onunla Türkiye’ye gittim. Üç tane araba almıştım.
Tansu Sarıtaylı- Peki Erol bey Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz?
Erol Gündealan- Memnunuz tabi. Çünkü benim babam fakirdi. At arabasıyla çalışıyordu. Ben buraya geldim iki katlı evim oldu, bir de dükkan aldım. Orada olsaydım bir şey yapamazdım. Çünkü oradaki terziler de buradaki gibi, elbise dikmiyor ancak elbise tamiri yapıyorlar. Sermayen yoksa bir şey yapamazsın. Bu dünyada fakirsen sana yaşama hakkı yok neredeyse. Bak belediye yol geçirdi, bizim evi yıktı. Zengin olsam yıkabilir miydi? Yıkamazdı. Fakirim ve gücüm yok diye bizim evi yıktı işte.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’da dostlarım var mı? Türklerden ve Fransızlardan muhabbet ettiğin kimseler var mı?
Erol Gündealan- Elbette var. Benim oturduğum evin orada iyi insanlar var. Oyuncak mağazası olan bir yer. Camekanda oyuncak ayılar görünüyor. Bir gün benim evin yanından geçersen görürsün. Oranın sahipleri çok iyi insanlar. Annelerini babalarını tanıyorum, emekli oldular. Şimdi üç çocukları var çocuklar işletiyor. Ben daha evvel onların yakın sokağında oturdum. Beşinci katta tek oda 10 metrekare bir yerdi. 400 Frank kira veriyordum, tuvalet dışarıda, içeride bir şey yok, camı kırık. Öyle oturuyorduk orada. Turist olarak kaçak çalıştığımız zamanlardan bahsediyorum. Sonra oturduğumuz evin kaç metrekare olduğunu ölçmeleri gerekti. Fransız bir kadın memur geldi. Fakat ev yeteri kadar büyük değil. Memur kadın meğer daha önce Türkiye’ye gitmiş görmüş. Ona bir gömlek ve bir etek hediye ettim, bir paket de sigara. Biraz Türkiye’yi konuştuk. O ara “Madam ev kaç metrekare” diye sordum, yeterli göründüğünü, ölçmeye gerek olmadığını söyledi. Tabi evin kaç metrekare olduğunu biliyordu, ama bize insani yardım olsun diye yeterli diye yazdı. Yetersiz dese bize oturum izni vermezlerdi. Yine kaçak olarak devam etmek zorunda kalırdık. Çünkü yasal oturma izni yoksa kiralık ev de vermiyorlar, kontrat yapmıyorlar. Kadın bize acıdı.
Tansu Sarıtaylı- Erol bey size postaneden sahte para vermişler, nasıl oldu anlatır mısınız?
Erol Gündealan- Evet. Postaneden para çektim, sonra elektrik parasını ödemeye gittim. Fakat postaneden bana verdikleri 500 Frank banknot sahteymiş, elektrik parasını ödeyeceğim zaman veznedeki görevli “Bunu çöpe at” dedi. Ben hemen gerisin geri postaneye gittim, tam öğle üstüydü. Bana parayı veren görevli kadın yemeğe gitmiş, ben bağırmaya başladım. Herkes bana bakıyordu, müdür de geldi ama ben bağırmaya devam ettim, öfkeden etrafı kırıp dökmeye başladım. Müdür bana “Sakin olun beyefendi” diyordu ama benim sakinleşmem mümkün değil, “Bana buradan sahte para verdiler, bu parayı veren kadın nerede” diye sordum. Müdür parayı alda bana başka 500 Frank verdi. Yok dedim, bana bozuk para verin diye üsteledim. Bozuk paraları alıp gittim elektrik parasını ödedim. Sonra postanede ne oldu bilmiyorum.
Tansu Sarıtaylı- Bir de karakola düşmüşsünüz. Birine bıçak mı çektiniz ne oldu?
Erol Gündealan- Bizim evin üstünde oturan bir Çinli vardı, her gün kafayı çekerdi. Banyosundan da bizim daireye su akıyordu. Kaç defa uyardım baktım olacak gibi değil gittim kapısına vurdum. Sizden bize su akıyor dedim, kafa kıyak tabi, “Git ev sahibine söyle” dedi. Baktım umurunda değil, eve indim bıçak aldım o ara o Çinli de hemen aşağı inip caddede oyuncak mağazasına girdi. Kapı açık ben dışarıda onu bekliyorum, “Çıkarsa keseceğim” dedim. Çocuklar da eve girmişler korkudan. Fransız ev sahibi geldi “Mösyö Gündealan ne oldu” diye sordu. Dedim durum böyle böyle, geldi evi gördü “Bak buradan su akıyor, içkili adam da böyle yapıyor” dedim. Ben eve döndüm, o ara şerefsiz de telefon etmiş, polis geldi. Kapıyı açtım, “Bıçak çekmişsin” dedi, “Evet” dedim. “Hadi giyin karakola gideceğiz” dedi. Pijamalıydım, üstümü değiştim gittim. Gece beni karakolda tuttular, sabah ifademizi alıp saldılar. Ertesi gün Fransızın kapısına vurdum, “Sen mi telefon ettin” dedim, “Evet ben ettim” dedi. O da sonradan korkudan evi sattı başka şehre gitti.
Tansu Sarıtaylı- Haksızlığa tahammül edemiyorsunuz yani.
Erol Gündealan- Evet. Neyse ki ben Türkiye’de tatilde olduğum bir gün olum telefon etti. Meğer üst benim evin üst katı yanmış. Mal sahibi de tadilat yaptırmış, hatta su akıtan banyo duşunu evin öteki köşesine almış, öyle kurtuldum. Şimdi Çinli benden korkuyor. Ne zaman görse merdivende duvara yapışıp “Buyurun geçin mösyö” diyor.
Tansu Sarıtaylı- Erol bey sizi dinledik teşekkür ederiz. Anlatmak istediğiniz başka hatıranız var mı?
Erol Gündealan- Bir tane daha anlatayım. Turist olarak çalıştığım bir yerde 15-20 kişi daha vardı. Patron, iş teslim etmeye gitti. O ara atölyeyi polisler bastı. Hemen benim üstüme geldiler “Buranın sahibi sensin” diyorlar. Yok desem de inandırmak zor, çünkü belimde bir sürü anahtar var. Beni kalabalık anahtarlıkla görünce patronum diye almaya çalıştılar. Bu sırada patron omuzunda elbise askılarıyla birlikte içeri girdi “Bonjour mösyö” dedi. Hemen ona “Patron sen misin” diye sordular, bir telefonla iki minibüs geldi bizi doldurup karakola götürdüler. İçimizden Urfalı Ömer’i tanıdılar. Meğer Ömer, daha evvel karakolun penceresinden atlamış kaçmış. Ona da “Ulan yine sen misin” dediler.