Yurt dışını merak edip görmek için geldi Paris’te 52 yıl geçirdi. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımıza devam ediyoruz. Bugün, 52 yıl evvel kunduracı olarak Paris’e gelen Veyis Yücel, sorularımızı cevapladı. Ayakkabılarıyla ünlü bir İtalyan ayakkabı firmasının isteği üzerine kontratlı olarak Fransa’ya gelen Veyis bey, aynı firmadan emekli olmuş. Veyis Yücel, Fransa’daki yarım asırlık yaşantısını bize özetledi.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajımız devam ediyor. Bugün de Veyis Yücel ile birlikteyiz. Veyis bey bu röportajda Fransa’daki yarım yüzyıllık yaşantısını bize özetledi.
Tansu Sarıtaylı- Veyis bey, Fransa’ya ne zaman nasıl geldiniz?
Veyis Yücel- Fransa’ya ilk gelişim 1973 yılındadır. Mayıs ayı başında Sirkeci Tren Garından trene bindim. İki gün üç gecede Paris’teki Gare de Lyon’a ulaştım. Beni burada çalışan ve İstanbul’dan tanıdığım meslektaşlarım karşıladı.
Tansu Sarıtaylı- Peki buraya geliş amacınız neydi?
Veyis Yücel- Vallahi Fransa’ya geliş amacım daha çok yurtdışına çıkıp buraları bir görmekti. Buraya kontratlı işçi olarak geldim. O yıllarda Türklere vize şartı olmadığı için imkanı olan herkes Fransa’ya girebiliyordu. Ama benim Paris’te arkadaşlarım vardı. Onlar çalıştıkları iş yeri kanalıyla benim için istek yaptırdılar. İşverenin isteğiyle kunduracı olarak buraya geldim.
Tansu Sarıtaylı- İstanbul’da kunduracılık yaparken tanıdığınız arkadaşlarınızın yanına geldiniz yani.
Veyis Yücel- Burada Paris’te yanlarına geldiğim aynı nesil (jenerasyon) olan arkadaşlarımızla İstanbul’da beraber çalışıyorduk. Yani Beyoğlu’nda aynı kundura atölyesinde çalışan bir arkadaşım benden önce Paris’e gelmişti. Onun hanımının dayısı, Paris’te tanınmış modacılardan Yves Saint Laurent modaevinde terzi olarak çalışıyormuş. Arkadaşım Azmi Özer’i de ayakkabı atölyesinde çalışması için davet etmişler. Azmi, işyeriyle konuşmuş ve o şekilde beni çağırdı. Hiç unutmuyorum davet aldığım yıl 1971 senesiydi. Fakat ben gelmek için hazırlandığım halde vazgeçtim.
Tansu Sarıtaylı- 1971 yılındaki davette Fransa’ya gelmekten neden vazgeçtiniz?
Veyis Yücel- Aslında gelmek için hazırlanmıştım. Ama bir baktım Fransız parası olan Frank’ın değeri, Türk parasıyla aynı gibi. Hesap ettim ki ben Türkiye’de daha çok kazanıyorum. O sebeple o yıl gelmedim. Aradan bir yıl geçti, iki arkadaşım daha Paris’e gelmişti. Onlar “Mutlaka gel, burada iyi kazanıyoruz” diye ısrar ettiler. Henüz bekardım, gençlik de var 26-27 yaşındayım. Dedim deneyeyim. Hem orada çalışmayı dener hem de Paris’i görmüş olurum diye düşündüm.
Tansu Sarıtaylı- İlk geldiğiniz yıllarda alışmakta zorlandınız mı Veyis bey?
Veyis Yücel- Elbette zorlandım. Başta dil konusunda zorlandım. Tabii ki diğer bazı zorluklar oldu. Fakat burada birkaç arkadaşım olduğu için ben pek ağır gelmedi. Kunduracı olarak İstanbul’dan gelmiş 4 kişiydik. İzmirli olan ayakkabıcı abilerimiz de vardı 7-8 kişi. Hep beraber kundura ayakkabı imalatı yapan bir yerde çalışıyorduk. Zorlandığımda arkadaşlarımıza ‘imdat, yetişin, tercüme edin’ diyor yardım istiyordum.
Tansu Sarıtaylı- Peki ilk geldiğiniz yıllarda nelerin özlemini çektiniz? Türkiye’de olup burada bulamadığınız neler oldu?
Veyis Yücel- O yıllarda burada fazla Türk yoktu. Bizim kültürümüzde olan yiyecekleri bulmak konusunda zorlandık. Ama buradaki yemeklere alıştık.
Tansu Sarıtaylı- Peki zorluktan konu açılmışken ilk geldiğiniz günlere ait ilginç bir anınız var mı?
Veyis Yücel- O yıllarda hakikaten pek Türk yoktu. Madaline ketro istasyonu çıkışında gazete satan Hasan Kudar abimiz vardı. Fransız ismiyle Olivier Kudar. Paris’te henüz 15 günlüktüm, bir akşam iş yerinden çıktım bana yakın olan gazete bayilerinden Türk gazetesi bakıyordum. Bir de ne göreyim iş yerime çok yakın Madaline metro çıkışındaki bayide Hürriyet ve Milliyet gazetesi gördüm. Milliyet gazetesini aldım ama fiyatını sormakta zorluk çekiyorum, Fransızca olarak ‘kaç para, fiyatı nedir’ diye söylemesini bilmiyordum. Bayinin içindeki kişiye baktım, benden daha yaşlı bir beyefendi duruyordu. Gazeteyi gösterip işaret parmağımla baş parmağımı sürterek ‘fiyatı nedir’ demek istedim. İçerideki beyefendi “1 lira delikanlı” deyince şaşırdım. Aynı zamanda da çok sevinmiştim. Şükür Allahım, Türkçe konuşan biri var diye geçirdim içimden. “Abi siz Türk müsünüz?” diye sordum bana kısa bir cevap verdi: “Ben Türk olmasam bu Hürriyet, Milliyet gazetelerinin burada ne işi var?” Ne kadar sevinmiştim anlatamam.
Tansu Sarıtaylı- Veyis bey, yarım asırdan fazla bir süredir Fransa’da yaşıyorsunuz. Kendinizi, Türk kültürüne mi Fransız kültürüne mi daha yakın hissediyorsunuz?
Veyis Yücel- Biz her ne kadar Fransa’da yaşıyor olsak da Türk kültürüne çok daha yakınız. Biz Türkçe’den başka yeterli lisan bilmediğimiz için Türk kültüründen başka kültüre fazla ilgimiz olmadı. Fransa’da yaşamaya başladıktan sonra Türkiye’ye gittim orada evlendim. Tabi burada çoluk çocuğa karıştık. Türk kültürü bizim öncelikli kültürümüz ama Fransız kültürüne de yabancı değiliz. Artık buraya intibak ettik, entegre olduk, yani zamanla uyum sağladık.
Tansu Sarıtaylı- Türkiye’ye tatile gidiyorsunuzdur, o zaman olumsuz bir durumla karşılaşıyor musunuz? Daha önce röportaj yaptığımız birçok kişi tatsız durumlar yaşadıklarını, yabancı olarak görüldükleri farklı davrananlar olduğunu hatta fiyatların şişirildiğini söylediler. Siz böyle bir şey yaşadınız mı?
Veyis Yücel- Oluyor. Diğer arkadaşların dedikleri doğru. İlk zamanlar çok oluyordu. Bilhassa 1970’li, 80’li yıllarda, hatta 1990’lara kadar çok oluyordu. Çünkü Türkiye’de yaşayanlar, Avrupa’ya çalışmaya gitmiş olanlara ‘gurbetçi’ diyordu. İngiltere’de mi, Almanya’da mı, Fransa’da mı çalıştıklarını sormuyorlardı. Herkesin Almanya’ya gittiğini sanıyorlardı. Bundan dolayı ‘Almancı’ kelimesini kullanıyorlardı. Hatta bankalarda bile zorluk yaşıyorduk?
Tansu Sarıtaylı- Bankalarda nasıl bir zorluk yaşıyordunuz?
Veyis Yücel- Bankalara elimizdeki parayı bozdurmaya gittiğimizde, haliyle Frank çıkarıp veriyorduk. Çoğu görevli de Almanya’nın parası olan Mark dışında parayı görmemişti. Yani çoğu memur Frank tanımıyordu. “Bu nerenin parası? Biz bunu bozamayız” dedikleri oluyordu.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz Veyis bey?
Veyis Yücel- Evet memnunum. Fransa’ya kendi isteğimle geldim. O zaman henüz bekardım, Allah rahmet eylesin annem henüz sağdı. Türkiye de bir tek annem ve kardeşim vardı. Anneme “Bana müsaade et, Fransa’ya gideyim. Bir sene durayım. Yurt dışını bir görüp geleyim” dedim. Annem de “Oğlum, gidersen gelmezsin” diye cevap verdi. Bizim bir dayımız vardı, Berlin’e gitmişti, onlar dönmemişti. Haliyle annem de dönmeyeceğim diye çekiniyordu. Ama ne yapsın, ben gitmeye hevesli olduğum için bir şey diyemedi.
Türkiye’deki kazancımız gayet iyiydi. 5-6 arkadaş Beyoğlu’nda bir ayakkabı atölyesi kurmuştuk. Yani Fransa’daki kazancıma göre daha iyi gelirim vardı. Ama buna rağmen Fransa’yı görmek için, arkadaşlarımla bir araya gelmek için geldim. Tabi çok hasretlik oldu, en büyük hasretlik de annemdi.
Tansu Sarıtaylı- Peki, çocuklar var dediniz değil mi? Onların mesleği var mı, burada çalıyorlar mı? Türk kültürüyle alakaları nasıl, Türkiye’ye nasıl bakıyorlar?
Veyis Yücel- Benim üç evladım var. Kızım en büyükleri, iki de oğlum var. Burada doğdular, burada büyüdüler. Haliyle Fransız kültürüne, Türk kültüründen daha çok yakınlar. Zaten bir Fransız gibi hareket ediyorlar. Fakat Türkçeyi de mükemmel şekilde konuşuyorlar. Biz ailece evimizde Türkçe konuştuk ve onlara Türk kültürünü de öğrettik. Her tatilde eşimle beraber onları Türkiye’ye gönderdim. Yaz mevsimi boyunca 2-3 ay Türkiye’de kaldılar, Türk kültürüyle haşır neşir oldular, Türkçe pratik yaptılar. Türkçe’yi iyi bildikleri için Türk kültürüne de yabancı değiller.
Kızım, İspanyolca ve Fransızca edebiyat öğretmeni. İki oğlum da dahiliye doktoru. Fransa’da bu mesleğe médecine générale derler.
Tansu Sarıtaylı- Peki siz bir gün Türkiye’ye dönüp orada devamlı yaşamayı düşünür müsünüz?
Veyis Yücel- Vallahi daha evvel çocuklarım üniversiteye giderken, onlara saygın meslekler edinin, eğitiminiz mesleğiniz tam olsun, vatanınıza döndüğünüz vakit insanlara faydanız olsun diye nasihatte bulunurdum. Ama bugünkü çocuklarım Türkiye’ye dönerlerse kaos ortamında kaybolacaklarını düşünüyorum. Yani buraya alıştıkları için Türkiye’deki şartlarda yapamazlar. Bunun da numunelerini gördük. Bazı arkadaşlarımız Türkiye’ye döndüler ama ne kadar uğraştılarsa da yapamadılar, gere geldiler. Dönmeyenlerin çocukları kaybolup gittiler.
Tansu Sarıtaylı- Veyis bey bana ayırdığın zaman için çok teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğum veya sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı? Fransa’da unutamadığınız bir anınız varsa onu da paylaşabilirsiniz.
Veyis Yücel- Vallahi benim ilk geldiğimde oldu. Ben çok ağır şekilde rahatsızlanmış ve grip olmuştum. O zamanlar Paris’in 18. Bölgesinde oturuyordum. Fransızcam da yoktu. Bizim iş yerimiz İtalyan olduğu için oturduğum bölgede daha çok İtalyanlar vardı. Ayrıca etrafta bizim ‘gayrimüslim’ dediğimiz Yunanlılar, Rumlar, Ermeniler vardı, bize çok faydaları oldu, müteşekkirim. Hani biz Türkiye’deyken geçen asırdaki olduğu söylenen eski hikayeleri duyardık. Eski hikayeleri unutalım. Bilhassa Türkiye’den gelen Ermenilerin bize faydası oldu. Paris’te Rue Bert adlı bir sokakta oturuyordum. Yaklaşık 5-6 Türk aile vardı, bir de İtalyanlar, yani Sicilyalılar oturuyordu aynı sokakta. İtalyan yaşlı bir hanım Madame Santina benim hasta olduğumu gördü.
Ben doktora falan gitmeyi bilmiyorum, çekiniyorum zaten Fransızcam yok. Tuttu beni doktora götürdü. Doktor da aynı semtte Rue Lamarck sokağı diye bir yerde. Dördüncü kata çıktığımız vakit doktora bir şeyler söyledi. Doktor da bana dönüp Türkçe olarak “Buyurun” dedi. Ne kadar mutlu olmuştum anlatamam. “Merhaba doktor, siz Türk müsünüz? Ne mutlu bana bir Türk doktor buldum” deyince “Türk değilim ama Türk sayılırım” dedi. Babasın Yunanistanlı bir doktor, annesi Türkiye’den göçmüş bir kadın. O da Fransa’da doktor olmuş. Bu karşılaşmanın bana etkisi çok oldu. Bunu hiç unutamam, çocuklarıma anlatırım. Yani biz burada Yunanlılardan, Ermenilerden, Yahudilerden yardım gördük.
Tabi bizim kültür ve inancımız gereği mesela et alırken çok dikkat ediyorduk. Oturduğumuz semte yakın Barbes adlı başka bir semt var. Orada daha çok Arap kasapları vardı. Onları sonradan öğrendik. Helal et satan Arap kasaplara gittik. O zamanlar Fransızca bilmediğimiz için ilk zamanlar bakkaldan sosis alıyordum, etiketine bakıp üzerinde domuz yazıyor mu diye anlamaya çalışıyorduk. O zaman domuzu ‘Cochone’ olarak biliyorduk. Çünkü burada ‘Cochone’ kelimesini duymuştuk, Fransız çiftliklerinde yetiştirilen domuzlara öyle diyorlardı.
Dil öğrenmek için Fransız dil okulu L’Alliance Française’e gitmiştim. Elimizdeki kitaplara bakım “Tamam bu ‘Cochone’ eti değil bunu yiyebiliriz” diyordum. Tabi bekar adamız, ne yapacağız, sosisli yumurta yapıyordum. Ben dil okuluna bir süre gittikten sonra bizim aldığımız sosislerde domuzun ‘Cochone’ değil ‘Porc’ olduğunu anladım.
Bir arkadaşım vardı, geçen yıl vefat etti Allah rahmet eylesin. O arkadaş her şeyi iştahla yerdi. Ona “Ya biz kaç haftadır bunu yiyormuşuz. ne olacak şimdi bilmeden günaha girdik” dedim. O da bana “Ya demek için çok lezzetliymiş” diye cevap vermişti. O anımı unutamam.
Bununla kalsa iyi bir de at eti meselesi var. İki arkadaşım vardı biri Aydınlı diğeri İstanbullu. Bana “İşyerinden erken çıkıyorsun, eve lazım olanları sen al, kıyma lazım” dediler. Ben de oturduğumuz evin hemen alt sokağındaki kasaptan kıyma aldım. Ben yemek yapmaktan anlamam. Onlar bana tarif etmişti. Neyse bir gün gittim baktım kasap dükkanında at başı var. Genelde kasaplar sattıkları etin ait olduğu hayvanın başını dükkana koyarlardı. Hemen türkçe-fransızca sözlüğe baktım. Cheval yazıyor, at demekmiş. Durumu anladım. Arkadaşlarım at yarışlarına meraklıydı, onları izliyorlardı. Onlara “Bugün atlar iyi koşar. Siz de atlar gibi iyi koşacaksınız. Çünkü ben size üç ündür at eti kıyması yediriyorum” dedim. O da unutamadığım bir hatıra. Tabi bilmeden oluyor bu işler.
Tansu Sarıtaylı- Veyis bey çok teşekkür ederim.
Veyis Yücel- Ben de çok teşekkür ederim, çok memnun oldum.














