FRANSA’DA YARIM ASIRDIR YAŞAYAN TÜRKLERDEN/ EMRİYE BURUŞUK

Screenshot

Çocukken, Fransa’daki babasının geldi hayatı hastanelerde geçti. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türkler röportaj serimize 57 yıldır Fransa’da yaşayan Emriye Buruşuk görüştük. 7 yaşındayken annesi ve erkek kardeşiyle bindiği trenle Paris’e gelen Emriye hanım, daha önce Fransa’ya çalışmaya gelmiş olan babasına kavuşmuş. Genç yaşta karşılaştığı engeller sebebiyle mesleğini yapamamış ama tercüman olarak hastanelerde Türk hastaların hayatına dokunmuş. Emriye hanım, “Bir ayağım Türkiye’de bir ayağım Fransa’da, ömür böyle geçip gidiyor” diyor.

Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımıza devam ediyoruz. Bugün de Emriye hanımla görüşüyoruz. Çocukken geldiği Fransa’da yaşadıklarını okurlarımızla paylaşacak.

Tansu Sarıtaylı- Emriye hanım, Fransa’ya ne zaman ve neden geldiniz?

Emriye Buruşuk- Ben Ağustos 1967’de henüz 7e yaşındayken Fransa’ya geldim. Fakat babam 1965’te buraya gelmişti.

Tansu Sarıtaylı- Yani henüz çocukken babanızın yanına geldiniz öyle mi?

Emriye Buruşuk- Evet. Babam Fransa’ya geldikten iki yıl sonra bizi de aldırttı. Biz Aydın Sökeliyiz. Söke’nin Bağarası Köyü’nde yaşıyorduk. Babam ilk yıl izne geldiğinde bana kocaman bir oyuncak bebek getirmişti. Bütün arkadaşlarım o bebeği konuşmuştu. Çünkü boyum kadar bir bebek getirmişti babam. Neyse, sonraki sene babam bizi Fransa’ya getirdi. Öce İstanbul’a gittik, amcamın yanında birkaç gün kaldıktan sonra. Sirkeci’den trene bindik.

Tansu Sarıtaylı- Peki yalnız mı geldin, nasıl oldu?

Emriye Buruşuk- Yok yok. Annem ve benden bir yaş küçük erkek kardeşimle birlikte trene bindik. 3-4 gün yolculuk yaptık. Epey sürdü.

Tansu Sarıtaylı- Peki yolculuk nasıl geçti?

Emriye Buruşuk- Biz tek kelime Fransızca ya da İngilizce bilmiyorduk. Ancak yolculumuzu eğlenceli geçti. Çünkü trendekiler bize çok sahip çıktı. O zaman yatak yok, rezerve yapamazsınız. Herkes bir kompartımanda, dört beş kişi belki daha fazla. Kompartımandaki bir kişi, İtalyan’dı sanırım, kendileri İtalya’da indiler. Bize gerçekten çok sahip çıktı. Dondurma, şeker aldı. Daha sonra biz Fransa’ya ulaştık, hangi kara indiğimden emin değilim. Nord muydu Gar de Les miydi çok iyi bilmiyorum. Bu ikisinden biriydi.

Tansu Sarıtaylı- Sizi karşıladılar herhalde.

Emriye Buruşuk- Evet. Babam, amcam ve bir başka arkadaşı. Hepimiz Sökeliydik. Oktay amca, İmam abi, onlar hep amcamlar geldiler, bizi aldılar. Bizim elimizde, filmlerde gördüğünüz gibi kartonda eski bir valiz vardı.

Tansu Sarıtaylı- Peki geldiğiniz yer nasıl bir yerdi?

Emriye Buruşuk- Hiç unutmam, Notre de Laor diye 9 Paris’te bir bina. Oraya gittik. Yengemiz oradaydı. Hoş geldin beş gittin faslından sonra dediler siz de burada kalacaksınız. Tek bir tane oda, içinde tuvalet yok, banyo yok, mutfak yok. Bizim köyle büyük bir evimiz vardı, orada her şeyimiz mevcuttu. Neyse biz orada kaldık, gece tuvalete gideceğiz, tuvalet dışarıda koridorda. Biz de küçük çocuğuz, annem o saatte beni götüremez, babam da götüremez kız çocuğum diye. Ondan sonra biz bir kova aldık. Her gece çok afedersiniz tuvaletimizi onun içine yapıyorduk. Yıkanacağımız zaman da odanın içinde leğende yıkanıyorduk. Halbuki Türkiye’deki yaşamımız daha rahattı, memlekette tuvaletimiz de banyomuz da vardı. Yani çocuk olmamıza rağmen o sıkıntıları yaşadık. Tuhaf oldu ama öyle idare ettik aylarca.

Tansu Sarıtaylı- Peki siz küçük çocuktunuz, sıkılmadınız mı?

Emriye Buruşuk- Apartmanın içinde bir yer vardı oraya çıkıyorduk, kardeşimle birlikte. Tabi oyun oynarken bağırıyorduk, koşuyorduk, ses oluyordu. Binada da sırf Fransızlar vardı. Yani 1967 senesinde zaten pek yabancı kökenli yoktu. Biz oyun oynarken gürültü yaptığımızda bizim üzerimize yukarıdan su atıyorlardı. Öyle çok sulandık. Tabi sonra biz bunları anladık ama yine de bağırıp oynamaya devam ettik. Sonra oradan çıktık.

Tansu Sarıtaylı- Taşındığınz yer nasıldı?

Emriye Buruşuk- Yine 9 Paris’te bir yerdi. Orası biraz daha rahattı. Zaten çoğu zamanım burada geçti. Aynı pazara gidiyorduk, aynı kasaptan alış veriş yapıyorduk. Orada da odada tuvalet yoktu. Fransızların evlerinde tuvalet olmuyormuş, hep koridora veya merdivenlere koyuyorlardı. Fransızların parfümleri de zaten çok ünlüdür. Bununla ilgili herhalde.

Tansu Sarıtaylı- Okula gitme zamanı gelmiş, okulu anlatır mısınız Emriye hanım?

Emriye Buruşuk- Tabi biz oraya ağustos ayında gitmiştik, eylül ayında da hemen okula başladık. Okulumuzu hiç değiştirmedik çünkü aynı semtteydi. Ama kızlarla erkekleri ayırdılar. Bizim üzerimizde üniforma vardı, okul kıyafetimiz vardı yani. Erkek kardeşim ise Milton diye bir sokağa gidiyordu, yine aynı semtte sokağın öbür ucunda başka bir okul binası.

Tansu Sarıtaylı- Bir kelime Fransızca bilmiyormuşsunuz, okulda ne oldu peki?

Emriye Buruşuk- Kardeşim sınıfta uyuyormuş. Öğretmen anlatıyor ama bir şey anlamıyor tabi. 11. 30’da kaldırıyorlarmış. Eliyle işaret ediyorlarmış, git yemek yiyeceksin yine geleceksin diye. Annem, benim biraz daha şansım olduğunu söyledi. Yani benim öğretmenim teneffüste beni bırakmıyormuş, bana dersi tekrar anlatıyormuş. Kelimeleri tarif ediyormuş. İşte kelimelerin le’si var la’sı var. Tabi Türkçe’de öyle bir şey yoktu.

Öğretmenim bana onları ayrıca anlatıyordu. Tuvalet ihtiyacım için beş dakika kadar beni salıyordu o kadar. Sonra tekrar sınıfa dönüyordum. O benim şansım oldu. Fransızcayı kapasıya (anlayana) kadar o öğretmen benimle hep öğrendi. Sınıfta tek yabancı bendim. Böyle üstümüze titriyordu öğretmenler. Öğrensinler, adapte olsunlar diye uğraşıyorlardı. Ben de hızlı bir şekilde Fransızcayı kaptım. Çocuğuz tabi çok rahat öğrenebiliyoruz.

Annem babam gibi değil. Onlar neredeyse 60 sene olacak yine yeteri kadar Fransızca öğrenemediler. Biz kardeşimle sadece ‘vıy’ demesini biliyorduk. Bir de ‘no’. Gelene gidene vıy diyorduk. Ama ne dediğimizi de bilmiyorduk. Uzun süre öyle geçti. Tabi sonra Fransızca öğrenince vıy değilmiş ‘oui’ kelimesiymiş. Onları düzelttik. Bana öğretmenim her zaman şöyle diyordu: “Ne zaman Fransızca düşünürsün bil ki esas o zaman Fransızca öğrendin. O zaman Fransızcayı kaptın demektir”. Bunu hiç unutmuyorum. Bakın 64 yaşıma geldim o sözler hala aklımdadır. Öyle öyle büyüdük.

Tansu Sarıtaylı- Peki yaşadığınız bölgede alış verişe gidiyor muydunuz?

Emriye Buruşuk- Tabi. Ama o senelerde büyük marketler yoktu. Carrefour, Auchan, Leclerc gibi büyük marketler Aldi gibi zincirler yoktu. Fransız kasabımız vardı, Fransız ekmekçimiz vardı, Fransız sebzecimiz vardı. Ayrca mahallede Pazar kuruluyordu. Orada aradığınız meyveyi sebzeyi zaten buluyordunuz. Ama biz yumurta, yoğurt gibi ihtiyaçlarımızı marketten alıyorduk.

Tansu Sarıtaylı- Peki sosyal çevreniz nasıldı?

Emriye Buruşuk- O dönemde Türkler genelde Paris’teydi fakat çok fazla Türk yoktu. Bizim tanıdıklarımızın çoğu Sökeliydi. Tabi genelde onlarla görüşüyorduk. Onlarla gel git halinde kültürümüzü ve dilimizi canlı tuttuk. Öyle bir ortamda büyüdük. Annem de babam da bizimleydi, bayramlarımızı kutluyorduk. Gidip el öpüp para bekliyorduk. Bunları hep bize yaşattılar. Yani o gelenekleri yaşamış olmak güzel. Biz o açıdan daha şanslıydık.

Tansu Sarıtaylı- Peki çevredeki Fransızlar size nasıl davranıyordu?

Emriye Buruşuk- Nedense Fransızların çoğu yabancı olduğumuzu anlamıyordu. Herhalde tip olarak veya giyim kıyafet bakımından yadırgamıyorlardı. Çünkü benim annem iyi giyinmesini severdi, süslüydü, saçını başını yapar, makyajsız dışarı çıkmazdı. Kendisi zaten terziydi. Bizi yabancı olarak görmedikleri, dışlamadıkları için hep yardım etmeye çalıştılar, hep destek olmaya çalıştılar.

Şahsen çok sıkıntı çekmedik. Belki de oturduğumuz semtten kaynaklanıyordu. Çünkü Paris’in göbeğinde oturduk. En ünlü yerlerinde mesela Sacreceur yanımızda, Galeri Lafayette yanımızda, Eyfel Kulesi’ne gidiyorduk. Belki de Ege’den geldiğimiz için mantalite olarak da başka türlü görünüyorduk. Giyinmemiz, süslenmemiz başka türlü oluyordu, öyle olunca başka türlü davranıyorlardı.

Tansu Sarıtaylı- Ya sizi nasıl çağırıyorlardı peki?

Emriye Buruşuk- Benim adım Emriye olduğu için zor söyleniyordu. Emri diyorlardı Meri diyorlardı. Bu bazen bana dokunuyordu. Annem terzi olduğu için kumaş almaya gidiyorduk. O anlarda mağazanın bir ucuna gidip anneme ‘annee’ diye bağırıyordum. Bizi duysunlar, Türk olduğumuzu anlasınlar diye. Maalesef şimdi öyle değil. Çocuklar Türkçe bir şey söyleyecek oldu mu susuyoruz. Kaş göz işareti yapıyoruz. Konuşmasınlar veya Fransızca konuşsunlar istiyoruz. Herkes böyle yapmıyor ama belirli bir kitle. Artık maalesef o duruma geldi. Yani durum değişti. Benim geldiğim güzel yıllar 20-25 sene kadar sürdü.

Tansu Sarıtaylı- Yıllar geçtikçe ne değişti?

Emriye Buruşuk- Biz geldikten bir yıl sonra 68 yılında olaylar oldu. Saint Michel’e gittik. Babam bizi oraya götürdü, görelim diye. Her taraf yıkılmıştı, taşlar sökülmüştü. Kendisinin o dönemde Fransa’nın iç politikasına ilgisi vardı. Bizim hiç yoktu çünkü çocuktuk, anlamıyorduk. O zamanlar ne olduğunu bilemedik.

O yıllarda yani 1965-70’lerde gelenlerin hayali biraz para kazanıp, Türkiye’ye dönmek, o parayla ev, araba almaktı. Hatta 1980’lere kadar o hayal hep vardı. O zamanlar herkeste hevesti bu. Biz çocukken hayat ucuzdu. 5 kuruş paraya çok şey alırdık Frank döneminde. Ben hatırlıyorum 1 kuruşa şeker alıyorduk. Okuldan çıkıp bonbon alıyorduk. Kocaman şekerler veriyorlardı bize. Yani o zamanlar ekonomi böyle değildi.

Tansu Sarıtaylı- Başka ne değişti?

Emriye Buruşuk- Herkes Türkiye’de evini aldı, hatta birkaç ev aldılar. Ama dönmek zor geldi artık. Çünkü çocuklar burada büyümüştü. Yani hadi okulunu bitirsin, hadi liseyi de tamamlasın, hadi üstüne mesleğini de kazansın derken burada büyüyen çocuklar burada evlendi. Üstüne, torunlar da oldu. Biz şimdi onları nasıl bırakalım diyen ihtiyarlar da Fransa’da kalmaya devam ediyor. Memleketimizi de çok seviyoruz. Yani bir ayağımız Türkiye’de bir ayağımız burada.

Tansu Sarıtaylı- Son yıllardaki bizim toplumun buradaki zor durumlarını da gördünüz. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Emriye Buruşuk- Onu da gördük. Benim babam kunduracı olarak geldi. Hep işinde bulundu. Başka iş yerleri gibi, konfeksiyon atölyeleri gibi yerleri biz hiç tanımadık, çünkü babam terzi değildi. Belki onun da etkisi oldu. Sonra ben hasta bakıcı okulunu bitirdim. ‘Aide Soignante Paris’ diye geçiyor. Maalesef mesleğime devam edemedim. Bizi tanıyanlar ve bu röportajı görenler bileceklerdir, annem İstanbul’da trafik kazası geçirdi, ölümden döndü, ben de işimi bırakmak mecburiyetinde kaldım. Annem çok ameliyat oldu, uzun süre hastanelerde kaldı. Doktorlar olsun, yöneticiler olsun herkes beni tanıyordu.

Çünkü ben neredeyse gece gündüz hep hastanede annemin başındaydım. Beni işe alacaklardı “Hasta bakıcı olarak gel seni alalım, kadrolu sağlıkçı yapalım” dediler. Gittim müdürle konuştum, dosyamı hazırladı. Fakat bir şey oldu. Ne zaman ki kimliğimi istedi ben yabancı oturma iznini çıkarıp verdim, adam neredeyse ağlayacaktı. “Maalesef seni alamam. Fransız değilsin” dedi. Bu olay ben 18 yaşımdayken oldu. O olay içimde derin bir iz olarak kaldı. Yani uhde oldu. Gözümün önünde dosyamı yırttı. Ama yine de bırakmadılar beni.

Tansu Sarıtaylı- Fransız değilsin diye hasta bakıcı yapmadılar, ne yaptılar peki?

Emriye Buruşuk- Ben orada tercümanlık da yapıyordum. Hastaneye gelen Türk kadınları için hep beni çağırıyorlardı. Bana dediler ki, “Göçmen Servisi diye bir şirket var. Git orada tercümanlık yap. Hem öylece hastanelerde de çalışırsın.” Dediler hatta Onlar bana randevu aldı, gittim, oğlan kardeşimle beraber gittik görüştük.

Beni kadrolu olarak işe aldılar. 1979 senesiydi, daha 19 yaşımdaydım, tam da aralık ayıydı. 1980 yılına girdik beni aldılar. Ben sağa sola oraya buraya gittim. İlk görev yerim Saint Antoine Hastanesi oldu. Orada birkaç ay kaldım. Biraz dispansere biraz sağlık ocaklarına. Tıbbi alanda tercüman olarak bu işi yaptım. Hukuk işleri için oralara gitmedim. Diğer tercüman olan arkadaşlarım daha çok o alan için çalıştılar.

Sonra bana bir teklif geldi. Gare du Nord’daki hastanedeki mütercim tercüman ayrılacakmış “Onun yerine seni koyacağız” dediler. 1982 yılı mıydı tam hatırlayamadım, ben orada Gare du Nord’daki hastanede göreve başladım ve 25 sene orada kaldım. Hastanede ilk zaman sabahtan öğlene kadar çalışıp, öğleden sonra başka yerlere gidiyordum. Bir süre sonra gün boyu orada sabit bıraktılar. Diğer tercümanlar sabahtan öğlene kadar kalıyorlardı, ben saat 16.00 veya 17.00’a kadar kalıyordum. Normal bir personel gibi hastanenin giriş çıkış kartı vardı, onu basıyorduk.

Orada 25 yıl çalıştım. Kolay değildi tabi, neler gördüm. Çok iyi şeyler de yaşadım çok üzücü durumlarla da karşılaştım. Bir süre sonra hastalarla da ilişkileriniz değişiyor. Yani hastalar artık ‘hasta’ olmuyor., abla kardeş oluyorsunuz. Tabi hastalarımızı kaybedince ne kadar direnirsen diren yine insansın olumsuz etkileniyorsun. Bazen düşünüyorum, bak şu vardı, bu da vardı, o da vardı hepsi hayattan göçtüler gittiler. Kiminin cenazesine gittim, kiminin mevlidine. Sağ olsun haber verdiler acı tatlı günlerine davet ettiler beni.

Benim hastanede doğun çok çocuğum var. Çünkü o dönemde konfeksiyon atölyeleri, Strasburg Saint Denis’te yani Paris’in göbeğinde 10. Paris’te bulunuyordu. Kim olursa olsun doğumunu benim bulunduğum hastanede yapıyordu. Herkes oraya geliyordu. Orada sağlık ocağı vardı, çocuklarını da oraya getiriyorlardı. Ondan sonra aile doktoru vardı, romatizma vardı… Ben her bölüme gidiyordum. Birinci doğumu orada yapıyorlardı, ikincisini, üçüncüsünü de doğurmak için bizim hastaneye geliyorlardı. Onun için herkes beni tanır. Çoğu sağ olsunlar büyüyen çocuklarının düğünlerine de çağırır. “Bak işte gördün mü senin hastanede doğmuştu bu şimdi evleniyor” diyorlar.

Tansu Sarıtaylı- Tabi siz de evlendiniz.

Emriye Buruşuk- Evet, ben de evlendim kendi çocuklarım oldu. Çocuklarımı büyütürken, kendi kültürümüzden hiç ayrı bırakmadık. Fransızca olarak kreşe gittiler ama evde hep Türkçe konuştuk, bayramlarımızı kutladık. Halen de kutluyoruz. Benim annem babam, amcam, dayım burada olduğu için, hem neneyi dedeyi de gördüler ataya saygılı olmayı da tecrübe ettiler. Yüzümüzü kara çıkarmadılar Allah’a şükür. Çocuklarımın ikisi de okudu, onları burada bir meslek sahibi yatık. Ben zaten emekliyim. Hayat devam ediyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki Emriye hanım, Türkiye’ye gidip geldiğiniz zaman size yabancı gözüyle bakıyorlar mı? Daha doğrusu bir şey satın alırken fiyatları katlıyorlar mı?

Emriye Buruşuk- Bakıyorlar maalesef. Yani Türkiye’ye gittiğimizde, bize “Almancı” diyorlar. Çünkü hepimiz aynı torbanın içindeyiz. Öyle sayılıyoruz. Ben hiç “Fransız, Fransa’dan gelmiş” diyeni duymadım. Biz ne kadar iyi Türkçe konuşsak da hemen anlıyorlar. O zaman da fiyatlar değişiyor. Hatta bize bir yerine birkaç tane aldırtmaya çalışıyorlar. Çünkü Euro var diye hesap ediyorlar. “Abla sana dokunmaz” diyorlar.

Tansu Sarıtaylı- Emriye hanım, yarım asırdır Paris’tesiniz. Geçmişi de şimdiki toplumu da
tanıyorsunuz. Peki Fransa’daki Türk toplumunun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Emriye Buruşuk- Vallahi biraz kötü görüyorum. Yani yeni gelen nesil için kötü. Benim yaşadığım Paris için konuşayım. Zamanıyla Paris’in merkezinde yaşayan Türkler etrafa dağıldı. Yani kentin merkezinden uzaklara gittiler, müstakil ev aldılar. Buradaki kültürden de uzaklaştılar. Maalesef yeni nesil her zaman doğru kişilerle birlikte değil. Arap toplumuna da çok katılıyorlar. Kimisi kolay para kazanmaya çalışıyor. Kolay para kazanma ya gayrimeşru işlerde olur ya uyuşturucuda ya da kırıp dökmede. Bunun da sonu ölüme kadar gider.

Maalesef yeni neslin aklında okumak da yok. Tahsil yapmaktan uzaklar. 5-6 kilometre öteye gidin, olmadı 20 kilometre dışarıya çıkın görün ortamı. Bizim Türk çocukları da o fena ortamlara katılıyor. Çoğunun annesi babası Türkiye’den hangi sene gelmişse o şekilde kalmış maalesef. Ben kendi ailem için konuşmuyorum. Biz daha farklı durumdaydık. Zaten memleketimizde birçok şeyi gördük.

Tansu Sarıtaylı- Bu konuyla ilgili bir örnek verir misiniz?

Emriye Buruşuk- Bir ara 60-70 kilometre uzaktaki bir yere kız istemeye gittik. Bir arkadaşımın oğlu için dünürlük yapıyoruz yani. Kendi aramızda bir merasim olacak. Yani bu arada böyle sosyal işleri, gelenekleri de sürdürelim istiyoruz. Nişanımızı da düğünümüzü de yapıyoruz onlardan geri kalmadık. Neyse orada bize yemek vereceklerini söylediler. Yere sofra bezini serdiler, üzerine sini koyup yemek ikram ettiler. Biz de hepimiz belli bir yaşa gelmişiz, üstümüz başımız yapılı, giyinmişiz daracık etekleri, ayaklarımızda topuklu ayakkabılar, o halde yere nasıl oturacağız? Yerde bez, üstünde sini. Yani vakti evvelinde benim köyümde bile yoktu öyle bir durum. Buna benzer örnekler. Yani anne baba kendini geliştirmedikten sonra çocuklar da ilerleyemez. Yani maalesef yeni nesil çocukların durumundan pek ümitli değilim.

Tansu Sarıtaylı- Peki Emriye hanım, Türkiye’ye dönüp orada yaşamak gibi bir düşünceniz olur mu?

Emriye Buruşuk- Olabilir. Zaten onun da projesini hazırlıyoruz. Küçük ayağımız burada olur, büyük ayağımız Türkiye’de olur diye düşünüyoruz. Çünkü emekliyiz, iş derdimiz yok, Türkiye’de bir ay kalacağına 6 ay kalırız. Şimdi zaten öyle yapıyorum. Tabi temelli dönmek gibi bir düşüncemiz yok. Ama kendi evimizi hazırlıyoruz, döşüyoruz.

Tansu Sarıtaylı- Peki çocukların dönme düşüncesi olabilir mi?

Emriye Buruşuk- Olmaz. Bunu net olarak söyleyebilirim. Çocuklarım her sene Türkiye’ye gidiyor. Hem denizi, hem bizim oturduğumuz bölge en iyisi. Kuşadası, Bodrum Didim hepsi ayağımızın altında. Tatile gidiyorlar, fakat temelli gidip yaşamayı düşünmüyorlar. Fransa’ya dönecekleri zaman üzülüyorlar. Yine Paris’in yağmurlu havasına geri döneceğiz diye hayıflanıyorlar.

Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz?

Emriye Buruşuk- Ben memnunum. Şahsen onu inkar edemem. Yoksa riyakarlık olur. Memnun değilim desem de yalan söylemiş olurum. Memnunum çünkü Türkiye’den hiç kopmadık. Dilimizi, dinimizi, kültürümüzü burada da yaşadık. Elbette Türkiye’yi ve iklimini özlüyoruz. Tabi üzüldüğüm bir şey var, anneannemizi, dedemizi, akrabamızı bıraktık. Yine de babam bizi buraya getirdi diye hiçbir zaman pişman olmadım.

Tansu Sarıtaylı- Emriye hanım bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Benim sorduklarım dışında sizin söylemek istediğiniz bir şey veya eklemek istediğiniz bir anınız var mı? Siz mesleğiniz gereği Türk toplumuyla bir aradaydınız. Gerek bunlarla ilgili gerek Fransızlarla ilgili bir anınız varsa buyurun anlatabilirsiniz.

Emriye Buruşuk- Oturduğum apartmanda yaşadığımız bir şeyi anlatayım. Benim beyim esmer bıyıklı tam bir Türk beyi. Fakat benim saçım bazen kumral oldu bazen sarışın. Eşim Fransızca konuşuyor ama yine de aksanından dolayı yabancı kökenli olduğu anlaşılıyor. Beni ise anlamıyorlar. Ne görünüşümden ne konuşmamdan Fransızlardan ayırt etmiyorlar.
Birkaç yıl sonra çöp indirmeye çıktım, bir komşuyla konuştum o ara eşimle Türkçe konuştum. Adam döndü “Sen Fransız değil misin” diye sordu şaşkınlıkla. Üzerine “Ben senin kocanı Türk sanıyordum, sizi değil” diye ekledi. Her gün bonjur dediğimiz komşumuz bile benim Türk olduğumu anlamamış.

Ayrıca hastanede bir anamız, burada da bir ablamız vardı ismini vermeyeyim. Kanser hastası, jinekoloji bölümünde tedavi oluyordu ve Gare des L’est’de oturuyordu. Ondan sonra benim hastanede çok uzun süre abla gibi oldum. Onun ölümü beni çok etkiledi. Hastalarımız çay ısmarlıyordu, kahve ısmarlıyordu, o ikramları içiyordum. Ama onun dışında fazla bir irtibat kurmuyordum. Fakat o vaka beni çok etkiledi o belki 30 yıl olmuştur ama hala aklımda.
Fakat şimdi artık Fransızlar yabancılara başka bir gözle bakıyorlar, size Türk olarak bakmıyorlar, sizi ‘Müslüman’ olarak görüyorlar. Bütün mesele o. Yani Türküm, Arabım şuyum buyum yok. Müslüman olarak biliyorlar sizi. Maalesef dünyada olan biten çekişmeler çatışmalar da bu duruma olumlu etki yapmıyor.