FRANSA’DA YARIM ASIRDIR YAŞAYAN TÜRKLER/AHMET MİMAROĞLU

Ömrünü ünlülere özel kıyafet dikerek Paris’te geçirdi, şimdi çok sevdiği vatanında yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbe 1960 ihtilalinden birkaç hafta sonra Ankara’daki terzihanesini kapatan Ahmet Mimaroğlu, Almanya’ya giden işçi akımına dahil olmuş. Beş yıl bir saat firmasında çalışan Mimaroğlu, daha sonra Fransa’ya geçtiğinde asıl mesleğini yapmaya başlamış. Fransa’da ünlü moda evlerinde çalışan Mimaroğlu, bir çok ünlünün giydiği kıyafetlere imzasını atmış. Hayatının yaklaşık 60 yılını çok sevdiği ülkesinin dışında geçiren Ahmet Mimaroğlu, vatan özlemiyle Türkiye’ye dönmüş ve Kuşadası’na yerleşmiş.

Fransa’da 50 yılı dolduran Türkler arasında bulunan Ahmet Mimaroğlu ile Aydın Kuşadası’ndaki evinde görüştük. 1960’ta önce Almanya’ya sonra Fransa’ya giden Mimaroğlu, geçen yılları okurlarımız için anlattı.

Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey Fransa’ya ne zaman geldiniz?

Ahmet Mimaroğlu- 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra Ankara’daki terzi dükkanımı kapattım, Almanya’ya çalışmaya gittim. Kendi mesleğim olmadığı halde Almanya’da bir saat firmasında beş yıl çalıştım.1965 yılında Türkiye’ye izne gelmiştim. İzinden dönüşte esas mesleğimi, terzilik yapmak için Paris’e gittim. Gidiş o gidiş. Paris’te 59 yıl yaşadım. O kararımdan dolayı son derece memnunum.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya ilk gittiğiniz zaman Paris’te çok Türk var mıydı?

Ahmet Mimaroğlu- Hayır. Fransa’ya ilk gittiğimiz zaman başkent Paris’in 9’uncu bölgesinde Cadet semtinde Cadet isminde bir kahve vardı. Paris’teki çoğu Türk oraya uğrardı. Bu kahve Paris’teki Türk terzilerin de buluşma noktasıydı. Şehirde o dönem Türkiye’den yaklaşık 40 terzi vardı, birbirimizi tanırdık. Sonra bu grup yavaş yavaş dağıldı. Ancak yıllar geçtikçe Fransa’ya gelen Türklerin sayısı arttı. O günlerden görüştüğüm 5-6 arkadaş kaldı. Hey gidi günler hey. Ankaralı İsmail, Muhittin Diker, Mehmet Öztürk, Yüksel Bayraktar ilk aklıma gelenler.

Tansu Sarıtaylı- Paris’e geldiğinizde ilk nerede çalıştınız?

Ahmet Mimaroğlu- Paris’e ilk geldiğimde Yves Saint Laurent modaevinde çalıştım. Bir yıl sonra kendi isteğimle ayrıldım ve evimde kendi atölyemi kurdum. Fransa’da evinde çalışmak serbest. Buna da ‘A Domicile’ denilir. Ünlü modaevlerine model hazırlıyordum. Bunlar arasında Cristian Dior ve Hermes de vardı. Çoğu aklıma gelmiyor ama Givenchy modaevine 30 yıl aralıksız çalıştım.

Tansu Sarıtaylı- Givenchy modaevinin 30 yıl boyunca modellerini mi hazırladınız?

Ahmet Mimaroğlu- Paris modaevleri yılda iki kere hazırladıkları yeni modellerini tanıtan defileler yaparlardı. Defilede mankenlerin sunacağı kıyafetleri ben hazırlıyordum. Kendisi aynı zaman da stlist olan Givenchy, modeli kağıt üzerine çizer ve bana verirdi. Ben onu ilk önce Amerikan bezi olarak hazırlardım ve ondan sonra gerçek kumaş üzerine tatbik edilirdi. Defile bittiği zaman, defileyi izleyen özel müşterileri beğendiği elbiselerden sipariş verirlerdi. O özel siparişleri de hazırlardım. Bazen bir elbise veya manto bir hafta sürer. İki üç sefer müşterinin üzerinde prova yapılırdı. Bu da epey zaman alırdı. Özel ısmarlama işlerde Givenchy’nin bana bir manto için 8 bin Euro ödediği oluyordu. Ben tek çalışıyordum. O kalitede iş yapacak yardımcı bulmak mümkün olmuyor çoğu zaman. Evde hanım da yardım ederdi.

Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey 1965 yılından bu günü 59 yıl geçmiş, siz Fransa’ya geldiğiniz ilk zamanlar Türkiye’deki neyin özlemini çektiniz?

Ahmet Mimaroğlu- Türkiye’nin her şeyini özlerdim. Çünkü ben ülkemi seviyorum. Dün gibi hatırlarım bizim Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Fransa’ya gelecekti, bir hafta önceden Paris’in dünyaca ünlü caddesi Champs-Elysee caddesine Türk bayrakları asılmış ve ben oradan arabamla geçerken bayrağımızı görünce gözyaşlarımı tutamadım. Hem ağladım hem de o gün cadde boyunca asılan Türk bayraklarının fotoğrafını çektim. Bunu da araba kullanırken, direksiyon başında yaptım. Yani ülkemin o kadar özlemini duyuyordum.
Yalnız bu mu? Fransa’dan yaz tatili için arabamızla Türkiye’ye geldiğimizde rahmetli eşim, Kapıkule’den içeri girince yeminle söylüyorum toprağı öpüyordu. İçimizde bir başka sevinç doğardı Türkiye’ye geldiğimiz zaman.

Tansu Sarıtaylı- Paris’e geldiğiniz yıllarda Fransız arkadaşla edinmişsinizdir. Peki Fransızların Türklere bakışı nasıldı?

Ahmet Mimaroğlu- Acaba Türkler onlara nasıl bakıyordu? Bu ona bağlı. Benim hiç birisiyle problemim olmadı. Yani dürüst olana, işine dikkat edene, kanunlara ve kurallara uyanlara hiçbir zaman kötü bakmıyorlar. Ben de kurallara uyan biri olduğum için bana ırkçı bir yaklaşım olmadı.
Tabi olumsuz olaylar da duydum. Gerek Türkler gerek başka ülkelerden gelen diğer yabancılar için. Yani ırkçılık yapanlar olmuştur. Fakat benim bir sürü Fransız arkadaşım var. Geçenlerde çalıştığım işyerinin sahibi aradı beni. İnanın bir hayli duygulandım.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geldiğinizde dil bilmiyordunuz herhalde. Zorlanmadınız mı?

Ahmet Mimaroğlu- İlk Almanya gitmiştim. Tabi orada zorlandım. Ama her gün 8-10 Almanca kelime yazıyordum, işteyken de hep oraya bakıp ezberliyordum. Almancayı az çok öğrendim. Burada ise Fransızca öğrenmek için Alliance Française lisan okuluna yazıldım. Patronum Yves Saint Laurent, “İlkbahar-yaz koleksiyonunu hazırlamamız lazım. Okula, koleksiyon bitince, bir ay sonra gidersin” dedi. Öyle deyince kursu bıraktım. Sonra da bir daha başlayamadım. Dolayısıyla Fransızcayı pratik olarak öğrendim. Yani Fransızca okurum, konuşurum ama yazamam. Lisanı yazarak öğrenirsen unutmuyorsun. Almancayı yazarak öğrendim, Almanca hem yazarım hem konuşurum.

Tansu Sarıtaylı- Peki Ahmet bey iş bulmada zorluk çektiniz mi?

Ahmet Mimaroğlu- İş bulmada hiç zorluk çekmedim. Beni arayan çok oldu. Bunlar arasında ilk başka çalıştığım Yves Saint Laurent, Hermes, Chiristian Dior olsun oralarda çalışan arkadaşlardan ‘bizimle çalış’ diye çeklif eldi. Ben Givenchy modaevinde çalışmaya başladım ve oradan emekli oldum. Aslında iş çok, arayan da çok, ama kaliteli iş yapacak elaman olmayınca bir kaç yere çalışabildim. Ben hep tek başıma çalıştım. Eşim, elişi kısmını yapıp yardım ederdi. Zaten benim yaptığım için çoğu elle yapılan çok az makine işi oluyordu. Biraz evvel söylediğim gibi bir elbisenin dikimi en az bir hafta sürerdi, bir de bunu provaya götürmek olurdu. Çünkü ‘Haute Couture’ olduğu için konfeksiyon işi değil, hepsi özel yapılırdı.

Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey, Paris’teki diğer Türklerle irtibatınız nasıldı? Türk ailelerle gelip gitmeler oluyor muydu?

Ahmet Mimaroğlu- Elbette olurdu. 5-6 aile beraber her hafta sonu Paris dışına pikniğe giderdik. Şehre 60 kilometre mesafedeki bir ırmak kenarında piknik yapardık. Çok güzel günlerimiz oldu. Son yıllarda o yerler çok kalabalıklaştı. Daha sonraki yıllarda gelenlerle ilgimiz yoktu, biz hep kendi arkadaşlarımızla beraber vakit geçirdik. Maalesef son yıllarda bazı arkadaşlarımızı kaybettik. Kalanlarla görüşüyorum. Bunlardan biri Mehmet Öztürk. Benim çocukluk arkadaşım. Her gün telefonla konuşuruz.

Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya gitmiş olmaktan memnun musunuz?

Ahmet Mimaroğlu- Benim Ankara’da dükkanım vardı 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra sattım ve Avrupa’ya gittim. Paris’e gittiğim için çok memnunum. İki çocuğum var. Biri kız biri erkek.
Tansu Sarıtaylı- Yani bugün yine aynı düşüncede misiniz? Yine de Paris’e gitmeyi düşünür müydünüz?

Ahmet Mimaroğlu- Son yıllardaki Paris’e bakınca, bugün zannetmiyorum. Paris eskisi gibi değil artık. Oğlum halen Paris’te yaşıyor, oraya son gidişimde gördüm. Artık Arap, şu bu dolmuş karmakarışık olmuş. Bizim gittiğimiz yıllarda çok güzeldi.

Tansu Sarıtaylı- Peki ırkçı bir durumla karşılaştınız mı?

Ahmet Mimaroğlu- Bana hiç kimse ırkçılık yapmadı. Zaten inanın bunu kolay kolay yapmazlar. Yapmaları için sebep olması lazım. Ben Fransız dostlarımı halen arıyorum.

Tansu Sarıtaylı- Çocuklarınız Paris’te doğmuş. Onların Türkiye’ye bakışları nasıl?

Ahmet Mimaroğlu- 69 ve 70’te orada doğdular, orada okudular. Kızım Türkiye’de evlendi, iki tane torunum var. Birisi 27 yaşında, diğeri 21 yaşında üniversitede okuyor. Bizler çifte vatandaşız, çocuklar da öyle. Yani kızım Türkiye’de evli olmasına rağmen istediği zaman Fransa’ya gidebilir çünkü çifte vatandaş. Çocukların Türkiye’ye bakışlarına gelince, çocuklar yetiştirmeye göre değişir. Ben Atatürk ilkelerini benimsemiş biri olarak ben ne isem çocuklarım da öyledir. Çocuklarımı, Atatürkçü düşünce doğrultusunda yetiştirdiğime inanıyorum. Onun için Türkiye bakışları zaten belli.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’dan Türkiye’ye gelmiş bazı vatandaşlarımız “Fransa’da yabancıyız, kendi ülkemizde de yabancıyız” diyorlar. Siz böyle bir durumla karşılaştınız mı?

Ahmet Mimaroğlu- Onlar öyle görmüş olabilir. Ama Türkiye benim vatanım, ben Türküm. Ben bunları dinlemem. Onların vesvesesine de hiç kapılmadım. Tabii ki öyle tavır yapanlar oldu ama ben o tür insanları es geçtim, hesaba katmadım.

Tansu Sarıtaylı- Paris’e ilk geldiğiniz yıllarla karşılaştıracak olursanız, şu andaki Fransızların mevcut Türklere bakışı nasıl?

Ahmet Mimaroğlu- Vallahi bu soruya nasıl cevap vereyim, bilmiyorum. Şimdi Türkiye’de yaşıyorum. Şu Fransızlar Türklere nasıl bakıyordur buna cevap veremeyeceğim. Arkadaşlarımın anlattığına göre biraz değişim olmuş ama zannetmiyorum ki çok büyük bir değişim olsun.

Tansu Sarıtaylı- Sizin döneminizde Paris’e gelenler ile sonradan gelenler nasıl?

Ahmet Mimaroğlu- Fransa genelinde 800 bin Türk var. Bizim geldiğimiz yıllardaki duruma hiç benzemiyor. Çok arttı. 1965 yılında Cadet kahvesinde biz 40 kişiydik, herkesi tanırdık. Sonraki yıllarda ha babam doldu. Hepsini tanıma, hepsiyle irtibat kurma imkanı yok. İçlerinden görüştüğümüz bazı insanlar oldu.

Tansu Sarıtaylı- Sizin zamanınızda Fransa’da olup daha sonra Türkiye’ye dönmüş eski arkadaşlarınızla görüşebiliyor musunuz?

Ahmet Mimaroğlu- Bazı eski dost ve arkadaşlarımızla görüşüyoruz. Yalnız şunu bilmemiz gerekiyor, herkes dönmeyecek. Fransa’daki genç Türk nesli orada kalacak. Buna eminiz.

Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey, Fransa’daki gençlere tavsiyeleriniz neler olabilir?

Ahmet Mimaroğlu- Bunlar ailelerin anne babanın öğütlerine bağlı. Eğer çocuklarını Fransız gibi yetiştirirse tabii ki Türkiye’ye dönmezler. Fakat kendi vatanları hakkında sevgi aşılanırsa o zaman ülkesine unutmaz. Yetişmeye bağlı. Hatta Türkiye’yi kötüleyenler var. Bazen rastlıyorum. Çocuğa böyle bir şey söylenirse, çocuk tabi yönünü öbür tarafa döner.

Tansu Sarıtaylı- Gördüğüm kadarıyla siz Türkiye aşığısınız. Doğru mu?

Ahmet Mimaroğlu- Böyle bir ülke sevilmez mi? Türkiye çok güzel bir vatan ama anlayana. Bu ülke senin, benim, hepimizin. Hepimizin eşit hakkı var. Cumhurbaşkanları dahil. Yani onların da benden fazla bir şeyi yok. Bu şekilde düşünürsek, hakkımızı ararsak bu güzel ülkem için vatandaşlık görevini yapmış oluruz. Belki bugün memleketin durumu çok kötü fakat ben ülkemi seviyorum. İnşallah bu memleket yakında düzelecek.

Tansu Sarıtaylı- Peki Ahmet bey, Fransa’da adaletsizlikle, hukuksuzlukla karşılaştığınız oldu mu? Fransa’da hakkınız yediler mi?

Ahmet Mimaroğlu- Çok zaman düşünüyorum da hatırlamıyorum, belki ufak tefek bir şey olmuştur. Fransa’da kanun var kaideler var. Bu kuralların dışına çıkmazsan, kimse benim hakkım yenildi diyemez hakkını zaten verirler. Hatırladığım kadarıyla benim hakkım yenilmedi. Çalıştığımın karşılığını da çok iyi bir şekilde alıyorum.

Tansu Sarıtaylı- Bazı vatandaşlarımız ‘haksızlığa uğradık’ diyorlar. O sebeple size de sordum.

Ahmet Mimaroğlu- İlk önce onlar kendileri nerede hata yapmışlar bir baksınlar. Siz Fransız kanunlarına saygılı davranırsanız sorun olmaz. Ben vergimi her sene düzenli olarak öderim. Belki de bizim meslekte en çok vergi ödeyenlerden biriyim, inanın çok vergi veriyordum. Gelirimin hepsini maliyeye bildiriyordum. Hiç kaçak işim olmadı. O sebeple de epey çok vergi veriyordum. O vergilerin karşılığını da yüksek emekli maaşı alarak fazlasıyla görüyorum. O emekli maaşım olmasaydı ben rahat bir şekilde yaşayamazdım. Bir kilogram et almaya gidiyorsunuz 700 lira 800 lira. Türkiye’deki insanlar nasıl geçiniyor, nasıl idare ediyorlar anlamış değilim. Eğer yüksek emekli maaşım olmasaydı ben de bunu ödeyemezdim. Benim için iyi ama diğerleri için üzülüyorum.

Tansu Sarıtaylı- Paris’te olduğunuz süre içerisinde Türk makamlarıyla, konsoloslukla aranız nasıldı?

Ahmet Mimaroğlu- Devamlı irtibatım vardı. Her yıl 29 Ekim’de Türk Büyükelçiliği’ne Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine katılmaya davet edilirdim. Hanımla beraber giderdik. Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyetin bayramını orada kutlardık. Konsoloslukta da çok arkadaşımız vardı. Onların çoğu değişti.

Tansu Sarıtaylı- Peki Ahmet bey, Türkiye’nin Fransa’da daha iyi tanıtılması için nasıl hareket etmemiz gerekiyor? Türk toplumu olarak Türkiye’yi daha iyi nasıl tanıtabiliriz?

Ahmet Mimaroğlu- Her şeyi devletten beklememeliyiz. Vatandaş olarak bizler de bir şeyler yapmalıyız. Size bir yaşanılmış örnek vereyim. Yanımda çalışan bir kadına bir terlik almak istiyorduk. Kuşadası’nda esnafa kaç para diye sordum. 150 lira dedi. Ben teşekkür ettim ve yanımdaki bayana hadi buradan gidiyoruz dedim. Öyle deyince “Abi terlik size 60 liraya olur” dedi. Ben de bu nasıl oluyor diye sorunca “Abi sen Türksün. Deminki fiyat turist fiyatıydı” diye cevap verdi. İşte böyle bazı insanlar Türkiye’yi rezil ediyor. Biz oradan Fransız arkadaşlarımızı, gezsinler görsünler diye Türkiye’yi tavsiye ediyoruz. Şayet o tip insanlara denk gelirlerse soyuluyorlar. Turisti kazıklamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kuyumcusu olsun, halıcı olsun, hediyelik eşya satanlar olsun, hemen hepsinde bu yapılıyor. Bu durum çok kötü. Türkiye’nin aleyhine oluyor.

Tansu Sarıtaylı- Ünlü kişilerin kıyafetlerini diktiniz. Bunlar arasında hatırladıklarınız var mı?

Ahmet Mimaroğlu- O kadar çok var ki hangisini söylesem. Ürdün Kraliçesi Raina başta olmak üzere bir çok Suudi Arabistan prensesine kıyafet diktim. Provaya götürdüğümde modaevinin bana söylediği kişilerdi bunlar. Onların yanı sıra bana ismi söylenmeyen o kadar çok ünlü kişi vardı ki… Ünlü sinema oyuncusu aktrist Catherine Deneuve, Angelina Jolie, bak şimdi hatırladım. Bazılarını unutuyorum. Mesela Catherine Deneuve için zorlandım, halbuki o sanatçı yakinen tanıdığım birisi. Çok anım var onunla. Ayrıca L’Oreal kozmetik markasının varisi Liliane Bettencourt’un çok kıyafetini diktim. Rahmetli oldu.

Tansu Sarıtaylı- Ünlü modaevlerinde artık çok nadir kişi var. Meslekten yeni ustalar yetişmiyor mu onlar mı almıyorlar?

Ahmet Mimaroğlu- Doğru. Şimdi artık çalışan çok az. Artık eski el işi yok. Şimdi makineye vurdular. Modern konfeksiyon çok ilerledi. Eskiden 3 ayda bir koleksiyon, 6 ayda bir Haute Couture işi yapılırdı. Onları hazırlamak için iki ay gece gündüz çalışırdık.
İşyeri bizi tanınmış restorana götürürdü. Şampanya açarlardı, parasını onlar öderdi. Şampanya demişken, özel olarak sadece 100 şişe üretilmiş. Jean Paul Gaultier modaevine de dikmiştim, bana onlardan hediye etti. Şimdi bunlardan hiçbiri yok. İşler tamamen değişti. Şık giyinenler azaldı, ‘Haute Couture’ kalmadı gibi. Eskiden Suudi prenslerinin eşlerine, kraliçelere çok kıyafet diktik. Bir defasında prenses Nuh olacak galiba modaevinin hazırlamış olduğu koleksiyonu, 75 modeli birden olduğu gibi satın aldı. Hatta başka kimseye yapılmamak şartıyla. Yalnız kendisi için özel hazırladık. Parasını peşin olarak ödedi. Ben mesela bir işçiliğe 8-9 bin alıyordum. Modaevi de müşteriye bunu 200 bine satıyordu. Bunların hepsi müşteriye özel şeylerdi. Bir de şöyle bir şey vardı: Şayet bir model sadece müşterinin kendisine yapılacak, başka kimse görmeyecek, giymeyecekse, fiyat üç misli artardı yani üç defa 200 bin ödemesi lazımdı.

Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey bizim Türk terzileri bütün bu ünlü modaevlerinde çalışmışlar. Ama kendilerini ünlü edecek bir hale gelememişler. Bunu neye bağlıyorsunuz? Paris’te bir Türk’ün modaevi neden dünyaca ünlü bir marka olmasın?

Ahmet Mimaroğlu- Bu mümkün değil. Bu kolay bir şey değil. Önce stilist olacak çizecek, yaratıcı gücü olacak. Bundan dolayı bir Türk kendi ismiyle böyle bir modacı olamaz. Mesela ben modelistin çizdiği modeli elbise haline getiriyorum. Ama stilist, modelist öyle değil. O dikemez ama o modeli çizer. Modaevi çalıştırmak çok detaylı iştir. Tek başına yapılacak iş değil. Çizimi var, tanıtımı var, muhasebesi var. Var oğlu var. Bundan dolayı bizleri aşan bir durum. Fransa’da sekreteri şusu busu yani başka insanlar olması lazım tek başına yürümez. Ben yapabildiğim kadarını yapıyordum. O da bana yetiyordu.

Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Benim size sormayı unuttuğum veya sizin eklemek istediğiniz bir şey, Türk toplumuna bir mesajınız varsa sizi dinliyorum.

Ahmet Mimaroğlu- Türk olanlar, Türk olduklarını unutmasın, Türkiye’ye yaraşır şekilde hareket etsinler, dürüst ve çalışkan olsunlar. Dürüst davranırsa dürüst karşılık göreceklerdir. Haddim olmayarak böyle bir tavsiyede bulunmak, hatırlatmak istiyorum. Atatürk’ün ilkelerine uysunlar, her şey düzelir. Ahmet Mimaroğlu’nun diktiği bu kıyafet Cannes Film Festivali’nde ünlü oyuncunun üzerindeAhmet Mimaroğlu, Givenchy’in düzenlediği moda defilesinde mankenler ve yakınlarıylaÜnlü Moda evi sahibi Givenchy defile kataloğunu imzalıyor ve Ahmet Mimaroğlu görülüyorAhmet Mimaroğlu’nun ünlü modacı Jean Paul Gaultier’in defilesi için hazırladığı deri mantoAhmet Mimaroğlu, Yakın arkadaşları Mehmet Öztürk ve Kaplan Öğretmen ile bir aradalarAhmet Mimaroğlu’nun, Paris’e ilk geldiği yıllarda hazırladığı Moda defile salonuna girerken Ahmet Mimaroğlu, Dikim atölyesi olarak kullandığı evinin atölye kısmında görülüyor.