Türkiye’den 17 yaşında evlenip geldi 54 Paris’te yaşıyor. Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşarken 17 yaşında evlenen, henüz İzmir’i bile görmemişken Paris’e gelen Güzide Bayraktar, yarım yüzyıldan fazla bir süredir Fransa’da yaşıyor. Paris’te ünlü bir modaevinde çalışan eşi Yüksel Bayraktar’ın yanına gelen Güzide hanım, dört yıl boyuna Türkiye’ye dönmemiş. Yıllarca eşine dönelim diye yalvaran Güzide hanım, yıllar geçtikçe Paris’e alışmış, Fransa’yı çok sevmiş. Şimdi “İyi ki gelmişim” diyor.
Yarım asırdan fazla bir süredir Fransa’da yaşayan Güzide Bayraktar hanımla beraberiz. Kuşadası’nda tatil yaparken söyleşi fırsatı bulduğumuz Güzide hanımdan Fransa’ya ne zaman geldiğini ve Paris’teki yaşantısını anlatmasını istedik.
Tansu Sarıtaylı- Güzde hanım Fransa’ya ne zaman geldiniz?
Güzide Bayraktar– Ben 1970 yılında evlendim ve düğün sonrası Paris’e geldim.
Tansu Sarıtaylı- Güzide hanım, o yıllarda gelenlerin çoğu trenle üç gün yolculuk yapmıştı. Sizin seyahatiniz nasıl oldu?
Güzide Bayraktar- Eşimin arabasıyla üç gün süren bir yolculuk yaptık. Aydın Nazilli’den yola çıkmıştık. O yolculuğu hiç unutmuyorum. 7 Mayıs 1970 tarihinde Fransa’ya adım attım.
Tansu Sarıtaylı- Güzide hanım, Fransa’ya geldiğiniz ilk zamanlar dil biliyor muydunuz, alışmakta zorlandınız mı?
Güzide Bayraktar- Dil bilmiyordum. Alışmakta çok zorlandım. Çünkü çok küçüktüm. Henüz 17 yaşında evlenip gelmiştim.
Tansu Sarıtaylı- Alışverişte ve komşularla iletişimde zorlandınız mı? Türk komşularınız var mıydı?
Güzide Bayraktar- Biz Paris’te 16 katlı bir apartmanın 4’ncü katında oturuyorduk. Bizim alt katımızda oturan Fransız bir aile vardı. Eşiyle birlikte kasap dükkanında çalışıyordu. Onlarla el kol hareketleriyle anlaşıyorduk.
Tansu Sarıtaylı- O komşunuzla aranız nasıldı?
Güzide Bayraktar- Fransız bir aileydi. Onların çok yardımını gördüm. Bana hep yardımcı oldular.
Tansu Sarıtaylı- Peki Güzide hanım, Fransa’da ilk zamanlar Türkiye’nin neyini özlediniz?
Güzide Bayraktar- Fransa’ya geldiğim zaman dört yıl boyunca Türkiye’ye gidemedim. Haliyle annemi, babamı çok özledim. Nazilli’nin havasını özledim. Nazilli’deki komşularımı da özledim. Tabi çok zorluk çektim. Çünkü Paris’i hayal ettiğim gibi olmadı. Zaten 17 yaşındaydım, daha çocuk yaşta sayılırım. Ben istiyordum ki Türkiye’deki gibi komşular arasında gidip gelmeler olsun. Sabah kahvaltıdan sonra komşularım kahve içmeye gelecekler. Öyle olacak sanıyordum. Sonra eşime sordum, burada böyle bir şey yok, öyle Türkiye’deki gibi komşuluk olmaz dedi. Sonra alıştım.
Alışmak için çok zorluk çektim. Eşim sabah işe gidiyor ben evde kalıyorum. Dil bilmiyorum, şehri tanımıyorum. Beni oyalayan siyah beyaz ve iki kanallı televizyon. Televizyon izliyorum ama dillerini bilmiyorum ki. Konuşmalarını anlamaya çalışıyordum, günlerim öyle geçiyordu.
Tansu Sarıtaylı- Paris’te yaşadığınız bölgede Türkler var mıydı?
Güzide Bayraktar- Birkaç aile vardı. Yakın dostlarımız, ailece görüştüğümüz çoğu kişinin ‘Laz Ahmet’ olarak tanıdığı Ahmet Mimaroğlu ve eşi vardı. Haliyle eşim daha evvel Paris’e gelmiş olduğu için onun tanıdığı birkaç aile daha vardı. Onlarla görüşüyorduk. Bir de Mehmet Öztürk bey ve eşini söylemem lazım. Onlar bizim artık arkadaşlarımız oldu, onlarla aile gibiydik.
Tansu Sarıtaylı- Sonra dil öğrenebildiniz mi?
Güzide Bayraktar- Fransızca dili çok önemli bir dil. Ben Nazilli’de yaşarken orada çoğu kişinin televizyonu yoktu. Paris’e geldiğimde televizyon vardı ama Fransızcam yoktu. Televizyonu izleye izleye epey öğrendim. Eşimin işyeri yakındı, öğle yemeğine eve geliyordu. Eşim tekrar işe gittikten sonra televizyon izliyordum. Yanıma da Türkçe-Fransızca sözlük ve telaffuz rehberi alıp çözmeye çalışıyordum. Bazı kelimeleri de akşam eşim gelince ona soruyordum. Duyduğum kelimeleri Türkçe okunuşuyla deftere yazıyordum. Öyle öyle kendimi idare edecek kadar pratik yaptım. Pazara alış verişe gitmeye başladım. O şekilde kullanma imkanım oldu, daha fazla kelime öğrenmeye başladım. Bizim eve yakın ‘prisunic’ mağazası vardı. Oradaki etiketlerde yazan kelimeler de epey faydalı oldu.
Tansu Sarıtaylı- İlk yıllarda hep aynı yerde mi kaldınız?
Güzide Bayraktar- Paris’te eşimin bekarlık evinde iki yıl oturduk. Sonra büyük oğlum Atilla doğunca Paris’in banliyösü 78 bölgesine taşındık. Orada da hemen dairemin karşısında bir ihtiyar ninemiz vardı. Fransız madam Mişlo, Allah rahmet eylesin bana çok yardımcı oldu. Fransızcasını bilmediğim kelimeleri ona sorardım, el kol hareketleriyle veya yazarak çizerek anlatırdı. Hatta çarşıya gideceğim zaman çocuğumu ona bırakırdım. Çok yardımını gördüm.
Tansu Sarıtaylı- Güzide hanım, bakın siz o zamanlar ne güzel destek görmüşsünüz. O yıllarda Fransızların Türklere karşı tutumu nasıldı?
Güzide Bayraktar- Türkleri çok severlerdi, insanları çok seviyorlardı. Bana zaten ekmek almaya gittiğimde ‘matmazel’ derlerdi. Ben de bir süre sonra “Ben matmazel değilim benim bir çocuğum var” dedim. Ondan sonra hep ‘madam’ diye hitap ettiler. Türkleri çok seviyorlardı. İnanın bunu gerçek söylüyorum. Bir yere gireceğim zaman, biz yabancılara kapı açarlardı. Yalnız Türklere değil diğer yabancılara karşı da çok naziktiler. Ama sonra her şey değişti. Bunu biz insanlar yaptık, ben böyle düşünüyorum.
Tansu Sarıtaylı- Peki, Türkiye’deki bizim vatandaşların Avrupa’dan gelen Türklere bakışı nasıl? Bir dışlama veya başka bir olumsuz durum hissediyor musunuz?
Güzide Bayraktar- Doğrusunu söylemem gerekirse ben böyle bir durumla karşılaşmadım. Çünkü ben büyükşehirde yaşamıyorum. Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşıyordum, sonra da Kuşadası’ndaki yazlığımıza geliyordum. Kuşadası’nda, birçok yerden gelmiş komşular var. Aydınlı İzmirli komşular. Dolayısıyla bir problem yaşamıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Size dışarıdan gelmiş diye farklı bir gözle bakılmıyor mu?
Güzide Bayraktar- Hayır. Ben öyle bir durumla karşılaşmış değilim. Ne Kuşadası’nda ne Nazilli’de öyle bir durum yaşadım inanın.
Tansu Sarıtaylı- İki çocuğunuz varmış. Çocukların tahsil ve iş durumundan bahseder misiniz?
Güzide Bayraktar- Büyük oğlum Atilla Bayraktar 1972 doğumlu. Hospitale Bicha’nın laboratuvarında teknisyen olarak çalışıyor. Küçük oğlum da okullara kırtasiye veya benzeri malzemelerin tanıtımını yapıyor. İlk oğlumun iki çocuğu, küçük oğlumun üç çocuğu var.
Tansu Sarıtaylı- Allah bağışlasın. Peki çocukların Türkçe durumları nasıl?
Güzide Bayraktar- Oğullarımın Türkçe konuşmada problemleri yok. Büyük oğlum Atilla’nın çocukları Türkçe biliyorlar, onun çocuklarıyla Türkçe konuşuyoruz. Küçük oğlum Taner’in büyük oğlu çat pat biliyor. Ama küçük oğlumun kızları maalesef pek bilmiyorlar. Gerçi biraz anlıyorlar ama yeteri kadar bilmiyorlar. Tabi anneleri Cezayirli. Çocuklar bilse bile Türkçe cevap veremiyorlar. Aynen benim Fransa’ya ilk geldiğim yıl anlayıp da cevap veremediğim gibi.
Tansu Sarıtaylı- Herhalde evde sürekli Fransızca konuşmaktan kaynaklanıyordur, değil mi? Peki torunlarınız Türkiye’yi seviyor mu?
Güzide Bayraktar- Hepsi de Türkiye’yi çok seviyor. Yakın zamanda Türkiye’ye tatile geldiler, inanın ağlaya ağlaya Paris’e döndüler. Cezayirli gelinim de Paris’e dönerken üzüldü ama “Yapacak bir şey yok canım” dedim. Anneleri çocuklara yılbaşında tekrar geliriz deyince çocuklar çok sevindi. Bu arada büyük oğlum Nazilli’den bir Türk kızıyla evli, gelinlerimden çok memnunum.
Tansu Sarıtaylı- Peki Güzide hanım çocuklar bir gün gelip Türkiye’ye yerleşmeyi düşünürler mi?
Güzide Bayraktar- Hayır düşünmüyorlar. Ben de Türkiye’ye temelli dönmelerini istemem. Oradaki yaşantıları çok iyi. Türkiye’nin geleceğini iyi görmüyorlar, ülkemizin geleceğine dair görüntü iç açıcı değil.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz?
Güzin Bayraktar- İnanın çok memnunum. Tabi ilk geldiğim zaman çok zorluk çektim. Daha çocuk yaştaydım ve Fransızca bilmiyordum. O durum çok zorlayıcı oldu. O zamana kadar İzmir’e bile gitmemiştim. Fransa’da 4-5 yıl kadar zorluk çektim. Eşime sürekli ‘dönelim’ diye baskı yaptım. Adeta yalvardığım günler oldu. O işinden çok memnundu, işine aşıktı eşim. Bana hep “Sabret bakalım bir şeyler olur, sen de alışırsın” derdi. Sonra alıştım, hakikaten dönmediğimiz için memnunum.
Tansu Sarıtaylı- Niye dönmek istiyordunuz ki?
Güzide Bayraktar- Birincisi dil bilmiyordum. Doktora gitmek istesen mutlaka biriyle gitmen gerek, dişçiye bile eşim izin alacak da öyle gidecektim. Kendi memleketimize gidelim, orada iş kuralım istedim. Ben eşimi ikna etmeye çalıştım ama bir türlü razı olmadı. Fakat şimdi düşünüyorum da iyi ki dönmemişiz.
Tansu Sarıtaylı- Eşiniz Paris’in dünyaca ünlü bir moda evlerinden birisinde şeflik yapıyordu değil mi?
Güzide Bayraktar- Evet ‘Yves Saint Laurent’ modaevinin atölye şefiydi. İlk zamanlar kadın modeli hazırlayan atölyede şeflik yapıyordu. Sonra eşim, patronun isteği üzerine erkek elbiseleri hazırlayan bir atölye kurdu. Çünkü eşim Türkiye’den erkek terzisiydi. Modaevinin patronu Yves Saint Laurent, eşim için erkek atölyesi açtı düşünebiliyor musunuz? Eşimin sanatından, becerisinden dolayı patron erkek kıyafetleri hazırlatmaya başladı. Eşime “Mösyö Yüksel, biz de diğer modaevleri gibi erkekler için kreasyonlar hazırlayalım” deyince Eşim de “Benim zaten mesleğim erkek terziliği, bunu biliyorsunuz” demiş. Ondan sonra erkek elbiseleri hazırlayan bölüm açıldı, eşim Yüksel oranın şefi oldu. Yanında 8 kişi çalışıyordu. Hatta Yves Sanit Laurant’in giydiği kıyafetleri eşim dikiyordu. Patron, bundan do son derece memnun kaldığını söylermiş.
Tansu Sarıtaylı- Eşiniz Yüksel bey Paris’e geldiği zaman Yves Saint Laurant ‘da işe başlamış ve ordan emekli olduğu söyleniyor öyle mi?
Güzide Bayraktar- Evet Yves Saint Laurent de başlamış ve oradan emekli oldu. Hala orda çalışanlar anlatıyorlar, eşim emekli olduğu halde atölyenin kapısında Yüksel Bayraktar yazısı kaldırılmamış.
Tansu Sarıtaylı- Normal öyle olması. Çünkü erkek kıyafeti hazırlayan atölyeyi eşiniz açmış, kurucusu o. Peki Yüksel beyin atölyedeki zor muydu?
Güzide Bayraktar- Genelde iş yerindeki sorunları eve taşımazdı. Tabi bazen akşam eve geldiği zaman stresli olduğunu anlıyordum. Bilhassa koleksiyon zamanları. Senede 4 kere koleksiyon oluyor. Koleksiyon günleri ikiye üçe kadar çalışıyordu. “Koleksiyon var, yetişmesi lazım” derdi. Eşim birçok sanatçıyı da giydirdi. Bunlar arasında Catherine Deneuve) olsun, Jeanmaire) olsun daha niceleri var.
Tansu Sarıtaylı- Siz Yüksel beyin iş yerine gidip gelir miydiniz?
Güzide Bayraktar- Evet nadir olsa da uğradığım zamanlar oluyordu. Hatta bir defasında patronun köpeği iş yerinde beni ısırmıştı. Bir de Saint Catherine) oluyordu yani evlenmeyen 25 yaşındaki kızlara bayram yapıyorlardı. Kasım ayının 20’si mi 21’inde mi ne öyle bir şey olacak. O tarihte, evlenmeyen kızlar için bir gece tertipliyorlar ve onlara hediye alıyorlardı. Bunu Yves Saint Laurent moda evi olarak organize ederdi. Yüksel davetli olunca bende gidiyordum.
Tansu Sarıtaylı- Saint Valantine kutlamalarını biliyordum ama evlenmemiş kızlar için Saint Catherine bayramı kutlamaları yapıldığını bilmiyordum değişik bir şeymiş.
Güzide Bayraktar- Evet gerçekten böyle güzel anılarımız olurdu.
Tansu Sarıtaylı- Fransızlardan hiçbir kötülük, olumsuzluk görmedim dediniz, doğrumu anladım?
Güzide Bayraktar- Evet doğru anlamışsınız. Bugüne kadar hiçbir kötülük görmedim. Ben onların kültürlerini çok seviyorum. Fransızca çok güzel bir dil, çok kibar. En çok beğeniyorum.
Tansu Sarıtaylı- Bugünkü düşüncenizle tekrar giderim mi demek istiyorsunuz?
Güzide Bayraktar- Evet inanın yine giderim, hem de bu sefer tereddütsüz Fransa’ya giderim. Bu arada biz İngiltere’ye de gittik, pek beğenmedim. Eşim de beğenmedi, aynı yapılar aynı şeyler, orada insanlar da biraz kaba gibi gelmişti. Tabi biz hafta sonu gittik döndük. İyi gezdik ama ben beğenmedim. Paris’i daha çok seviyorum.
Tansu Sarıtaylı- Güzde hanım şimdi tabi siz Paris’te yaşıyorsunuz, çocuklarınız Paris’te doğup büyüdü. Bayramlarda kutlamalarınız olur muydu? Dini ve milli bayramlar için kutlama yapar mıydınız?
Güzide Bayraktar- Kutlamaz olur muyduk? Elbette kutlarız. Dini bayram hafta sonuna denk gelirse kutlama programı mümkün oluyordu. Ama iş gününe denk gelirse pek program yapamıyorduk. Oğullarım babalarıyla bayram namazına giderlerdi. Onlar gelmeden de ben güzel bir sofra hazırlardım. Namazdan eve döndükleri zaman çok güzel bir bayram yemeği yer kutlardık. Milli bayram kutlamalarının konsolosluklarda yapıldığını duyardık ama bizler davetli olmadığımız için katılamadık.
Tansu Sarıtaylı- Konsoloslukta veya büyükelçilikte kutlanan bayramlara davet edilmediniz mi hiç?
Güzide Bayraktar- Yok davetiye almadık. Bizde davetsiz yere gidilmez. Bizim en güzel eğlencelerimizden biri Türkiye’den sanatçılar geldiği zaman olurdu. Ses sanatçılarını dört gözle beklerdik. Eskiden çanak anten yoktu. Biz de Türkiye’den birisi gelse diye beklerdik. Konser duyduğumuz zaman birbirimizi haberdar ederdik. Sen bileti al 3-5 tane al, ben öderim derdik. Her sanatçıya giderdik. Olympiya’ya falan gelen sanatçıları dinlemeye giderdik. Ajda Pekkan’ın konseri olsun Bülent Ersoy, Nurhan Damcıoğlu gibi sanatçıları dinledik. O güzel günleri hep hatırlarım. Şimdi televizyondan her şeyi izleyebiliyoruz.
Tansu Sarıtaylı- Güzde hanım bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Siz Paris’te yaşadığınız halde sizinle tatilde, Kuşadası’nda görüşmek nasipmiş. Peki oradaki Türklere bir mesajınız var mı?
Güzide Bayraktar- Buraya kadar gelip benimle bu söyleşiyi yaptığınız için ne kadar memnun oldum anlatamam. Teşekkür ederim.