FRANSA’DA YARIM ASIRDIR YAŞAYAN TÜRKLER /MUHİDDİN DİKER

Sözleşmeli olarak geldi altı ayda atölye şefi oldu. Henüz 22 yaşındayken Sirkeci’den bindiği Orient Express treniyle 3 günlük yolculuk sonrası Paris’e ulaşan Muhiddin Diker, 55 yıldır Fransa’da yaşıyor. Paris’e özel istek üzerine baştan sözleşmeli olarak gelen Muhiddin bey, yarım yüzyılı aşan süre boyunca Fransa’da yaşadıklarını özetledi. Sorularımızı cevaplayan Muhiddin Diker, geldiği o günleri ve ilginç anılarını okuyucularımızla paylaştı.

Fransa’da 50 yılı aşkın süredir yaşayan Türklerle röportajımı devam ediyoruz bugün 50 yılı aşmış olanlardan Muhiddin Diker ile beraberiz. Kendilerinden Fransa’da yaşadıkları ve bugünkü durumuyla ilgili bazı bilgileri alacağız.

Tansu Sarıtaylı- Muhiddin bey Fransa’ya hangi yıl geldiniz?

Muhittin Diker- 1969 yılında üç günlük tren yolculuğuyla Lyon tren garına indim. Ben özel istekli olarak trene bindiğim anda sözleşmeli işçi statüsünde Paris’e geldim. İş ve İşçi Bulma Kurumu kanalıyla ama istekli statüde, yani çalışacağım yer belli ve sigortalı olarak İstanbul’dan ayrıldım. Sirkeci’den trene bindikten üç gün sonra tam bilette yazdığı saatte  sabah saat 06.26’da Lyon tren garına indim.

Tansu Sarıtaylı- Sizi tren garında karşılayan oldu mu?

Muhiddin Diker- Evet. İstanbul’da çalıştığım ustamın, yani terzinin tanıdığı olan ve Paris’te çalışan Ali Uyar beni karşıladı. Oradan bir taksiye binerek, mukaveleli (sözleşmeli) olarak beni davet eden modaevine gittim. Ertesi gün de işe başladım.

Tansu Sarıtaylı- İlk geldiğiniz günlerde alışmakta problem yaşadınız mı? Nelerde zorluk çektiniz?

Muhiddin Diker- Tabii ki farklı bir ülke olduğu için zorlayıcı yönleri oluyor. Fakat dil açısından zorluk çekmedim. İstanbul’da çalıştığım müddetçe çalıştığım terzihanenin olduğu Osmanbey’de Fransızca kursuna gittim. Askerliğim boyunca da kendi çabamla dil öğrenmeye çalıştım. Askerde Fransızca bilen subaylar vardı onlardan da yardım aldım. Askerliğim biter bitmez de Paris’e geldim. Burada Paris’te dil okulu sonra Alliance Français’e yazıldım. Hocanın dediklerini anlayabiliyordum. Kendi konuşmam pek iyi değildi ama beni tahtaya kaldırdığı zaman fiil çekimleri gibi vb. konulardaki soruları cevaplamaya çalışıyordum.

Tansu Sarıtaylı- Paris’te ilk zamanlarınızda Türkiye’nin neyini özlediniz? Paris’te arayıp bulamadığınız bir şey oldu mu?

Muhiddin Diker- Yiyecek bakımından bazı şeyler oldu ama pek bir şey özlemedim. Buraya uyum sağlamak için birçok şeyi kendime kısıtladım. Kardeşim Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okuyordu. Bana Türkiye’den gazeteler ve mecmualar postalıyordu. Fakat ben “Burada Fransızca’ya alışmam lazım. Sizin mektuplarınız dışında Türkçe bir şey göndermeyin” dedim.

Tansu Sarıtaylı- Muhittin bey peki sizin gittiğiniz o yıllarda Fransızların Türklere bakışı nasıldı?

Muhiddin Diker- Çok iyiydi diyebilirim. Herhangi bir yere gittiğimiz zaman çok iyi karşılanırdık. Hatta çevrede ne kadar esnaf varsa ‘Buraya bir Türk gelmiş’ diyerek benimle konuşmak isterlerdi. Bu arada bu konuyla ilgili bir anım var isterseniz kısaca anlatayım.

Tansu Sarıtaylı- Buyurun Muhittin bey. Merakla dinliyoruz.

Muhiddin Diker- Ben Opera Meydanı yakınında çalışıyordum. İş çıkışı, dil okuluna gitmek için Opera meydanından metroya binecektim. Akşama doğru Vendome Meydanı öyle bir kalabalıktı ki oradan geçebilmek imkansızdı. Polisler de var. O kalabalığı yarıp geçen bazı insanların polise ‘geçiş iznim var’ dediğini duydum. Benim geçiş iznim yok ama kursa yetişmem lazımdı ben de öyle geçiş iznim olduğunu söyledim. Öyle deyince polis izin verdi. Fakat geçtiğim zaman kendimi meydanın ortasında buldum. Oraya kum dökmüşlerdi ve atlarla gösteri yapıyorlardı. Ben de onları seyretmeye başladım. Yan tarafımda da iki yaşlı Fransız vardı. Tabi yaşlı diyorum ama onlar 50’li yaşlarda ben 22 yaşındayım. Onların yanındayken atlılardan biri öyle bir hareket yaptı ki sanki Samsun’daki Atatürk heykeli gibi oldu. At arka ayaklarının üzerinde, kuyruğu yere değiyordu. O yaşlı Fransızlar o anda “Fort Comme un Turc” (Türk gibi kuvvetli) dedi. Tüylerim diken diken oldu, çok gururlandım.

Tansu Sarıtaylı- Siz Türkiye’den Paris’e gittiğiniz zaman uzun süre aynı yerde mi çalıştınız?

Muhiddin Diker- Hayır. Mecburi olarak bir seneyi orada doldurdum. Gerçi başladıktan 6 ay sonra patronum beni çağırdı. O zaman ben üçüncü katta çalışıyordum, o beni beşinci kata çağırdı ve gittiğimde “Mösyö siz atölyede çalışan herkese
karışıyormuşsunuz” dedi. Ben de “Sizin menfaatiniz için yapıyorum. Bana işi nasıl yapacaklarını soruyorlar. Ben de kendilerine söylüyorum” diye cevap verdim. Hatta biraz da sitem ettim “İstemiyorsanız bir daha kimseye karışmam bir şey de demem” dedim. Tabi konuşabildiğim Fransızcayla ancak bu kadarını söyleyebildim. Patron ise daha ilginç bir şey söyledi “Şu andan itibaren atölyenin şefi sizsiniz. Bana mevcut şefi gönderin” dedi. Aşağıya inip şefe, patronun kendisini çağırdığını haber verdim. Şef, 20 dakika sonra patronun yanından döndü, bana gelip “Siz benim şefimsiniz. Patron öyle söyledi” dedi. Atölye şefi, sevdiğim ve saydığım bir insandı. “Ben size şeflik yapacak değilim, fakat sizden ricam herkes nasıl çalışıyorsa siz de öyle çalışırsınız” dedim. Yani 6 aylıkken atölye şefi oldum, maddi bakımdan da rahatladım. Fakat ünlü moda evlerinde çalışmak istediğim için bir sene sonra orayı bıraktım.

Tansu Sarıtaylı- Bildiğim kadarıyla siz ünlü moda evleriyle ünlü markalarla çalıştınız öyle değil mi?

Muhiddin Diker- Kimlerle çalışmadım ki? Çok ünlü modaevleri var. Mesela Chloe’de çalıştım Karlf Lagerfeld geldi o zaman oranın modelist stilistiydi. Çok değerli, çok yönlü bir sanatçıdır, daha sonra 1980’de Chanel’e geçti. Dolayısıyla ben de Chanel’e gittim, Chanel’de çalıştım. Benim çalışmalarım genelde yüzde 90’ı 95’i kendi bünyemde oldu. Haut Couture modaevlerinin işini aldım. Genelde o seviye modaevlerinin işi stüdyoda olur, dışarı çıkmaz. Yani söylemek istemiyorum ama bana her zaman bu tip işler verirlerdi. Ben de elimden geldiği kadar memnun etmek için o işleri yapardım. Yani maddiyat için değil, zanaatımı sevdiğim için yapardım. Paris’te böyle güzel bir çalışma dönemi geçirdim.

Tansu Sarıtaylı- Peki Muhiddin bey çocuklarınız var, haliyle burada doğup büyüdüler. Çocukların Türkiye’ye bakışları nasıl? Türkiye’ye gidip geliyorlar mı?

Muhiddin Diker- Çok sık gidip gelmeseler de Türkiye’ye olan ilgileri çok iyi. Mesela bir kızım zaten Türkiye’de yaşıyor. İstanbul’da Pierre Loti lisesinde sanat tarihi ve resim hocası olarak çalışıyor. O kızımın 9 yaşında bir kızı var, o torunum da aynı Fransız okuluna gidiyor. Diğer kızım Fransa’da eğitim görevlisi. Oğlum 15 sene Uzakdoğu’da çalıştıktan sonra Fransa’ya döndü, Paris’te yaşıyor. Üçünün de Türkiye’ye bakış açıları çok iyi. Tabi, Türk ve Fransız kültüründe yetiştikleri için Türkiye’de bazı konularda zorluk yaşadıkları oluyor. Torunlarım da Türkiye’yi çok seviyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki Muhiddin bey Fransa’da ırkçı bir durumla karşılaştınız mı? Bir yabancı olarak uyum konusunda zorlandığınız veya öyle bir tavırla karşılaştığınız oldu mu?

Muhiddin Diker- Irkçılığa maruz kalanları çok gördüm. Fakat ben şahsen hiç yaşamadım. Tam tersine bana bazen “Siz hakikaten Türk müsünüz” diyorlardı. Yine de benim hakaret sayabileceğim, istemediğim sözler mutlaka olurdu. Bir yaz tatili sırasında Türkiye’de olduğumuzdan dolayı çocuklarım okula iki gün geç başladı. İstanbul’dan ayrılmadan önce Fransa’daki okul müdürüne telefon edip haber verdim ve özür diledim. Elde olmayan sebeplerden dolayı iki gün gecikeceğimizi anlattım. Daha sonra biz Paris’te okul aile birliğinin toplantısına gittik. O sırada okul müdürü beni işaret ederek “Bakın bazen çocuklarınız birkaç gün okula getiremiyorsunuz. Ama mösyö Diker, öyle bir durumda taa İstanbul’dan bana telefon etti ve durumu haber verdi” diyerek beni örnek gösterdi. Ben yabancılık çekmedim, ırkçılık yaşamadım ama ben de onlara saygıda kusur etmedim.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’da 50 yılı aşkın süredir yaşayan bir Türk olarak, ilk geldiğiniz zamanlardaki Fransızların bakışını biliyorsunuz. Peki son yıllarda Fransızların Türkiye’ye ve Türklere bakışını nasıl değerlendirirsiniz?

Muhiddin Diker- Çok değişti. Biz çok iyi karşılandık, ama maalesef artık yabancılar konusunda durum farklı. Yabancı biri ev kiralamak istediğinde direkt ‘yok’ demiyorlar da ‘daha önceden başka bir kişi var’ diyorlar.

Tansu Sarıtaylı- Peki Muhiddin bey, siz 60’lı yıllarda Fransa’ya gelmişsiniz. O zamanlar burada Türk toplumu var mıydı? Konuşacağınız veya arkadaş olacağınız kimse bulabildiniz mi? Bayramları nasıl geçirdiniz?

Muhuddin Diker- Pek vardı diyemeyeceğim. Yalnız, ben geldiğimde Paris’te terziler vardı, sayısı az olsa da talebeler vardı. Bir de dışişlerinde çalışan diplomatlar ve dış temsilciliklerin personeli bulunuyordu. Cadet metrosu yakınında ‘Cadet Kahvesi’ dediğimiz bir yer vardı. Türkler genelde cumartesi akşamları ve pazar günleri orada toplanırdı. Ben de zaman zaman tanıdıklarımı görmek veya sohbet etmek için oraya giderdim. Orada, kendi yaşadıklarımızı, çektiğimiz zorlukları ve neyi nasıl yaptığımız anlatırdım.

Tansu Sarıtaylı- Peki bunlardan birini anlatmak ister misiniz?

Muhiddin Diker- Tabi. Enteresan bir olayı anlatayım. Paris’e ilk geldiğimde hayal kırıklığı yaşadım. Çok küçük bir ev bulabildim. Yani ev de diyemeyiz, bir burjuva aile apartmanının, hizmetçi servisinden çıkılan bir merdivenden en üst katında bir odacık. Çok küçük bir penceresi var. Pencerenin yanındaki oluktan yağmur suları akıyor. Hatta odada su yok, tuvalet yok. Tuvalet bir kat aşağıda merdiven arasında. Orada 3-4 ay kaldım. Ondan sonra bir otele gittim.
Paris’e baştan sözleşmeli olarak gittiğim için en azından bir stüdyom olur, televizyonum olur diye düşünüyordum. Fakat hayal kırıklığı yaşadım. Bu sıkıntıyı, atölye şefi oluncaya kadar çektim. Ondan sonra, ayrıntılarını söylemek istemiyorum ama çok güzel evlerde oturdum. Genç yaşıma rağmen, iyi semtlerde üç oda bir salon gibi evlerde oturma imkanı buldum.

Tansu Sarıtaylı- Muhiddin bey Paris’ten Avrupalı biri olarak Türkiye’ye gidiyorsunuz. Türkiye’deki vatandaşlarımızın size bakışları nasıl oluyor? Yabancılık çekiyor musunuz? Yarım asırdır Fransa’da olmanın etkisiyle dilde veya anlaşmada zorluk yaşadığınız oldu mu?

Muhiddin Diker- Zorluk diyemeyeceğim de dışarıdan geldiğinizi anlıyorlar. Siz ne kadar gizlemek isteseniz mümkün olmuyor. Bir gün Kapalıçarşı’da alışveriş yapıyoruz. Çocuklara tembih ettim. Kesinlikle yurtdışından geldiğimizi belli etmeyelim diye. Herkes istediği bazı şeyleri aldı, pazarlığı da yaptık, uyguna aldık sonuçta. En son çıkarken, mağazanın sahibi “Siz Avrupa’da hangi ülkede yaşıyorsunuz” dedi. Böyle durumlar yaşıyoruz, zorluk diyemeyiz ama yabancı gibi hissettiriyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki Muhiddin bey bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğum veya sizin söylemek istediğiniz bir şey olabilir. Hatta Türk toplumuna yönelik olarak dile getirmek istediğiniz bir mesaj olabilir. Yarım yüzyılı aşkın süredir Paris’te yaşayan biri olarak diyeceğiniz varsa anlatırsanız sevinirim.

Muhuddin Diker- Fransa’ya yeni gelenlere bir şeyler söyleyebilirim. Benim gibi eski olanlar zaten biliyorlardır. Yeni gelenler, madem Fransa’ya geldiniz, burada çalışıyorsunuz, mutlaka Fransızca öğrenin. Ayrıca kesinlikle bütün kurallara ve yasalara uyun. Çalışkan ve dürüst olun. Böyle yaparsanız size hiçbir şey olmaz, her şeyi başarırsınız. Bu şekilde davranırsanız istediğiniz her şeye sahip olursunuz.
Mesela, benim Fransa’ya gelmeden önce bazı hedeflerim vardı. O hedeflere ulaştım. Paris’e gelmek, 27 yaşında evlenmek, ev almak gibi. Onların hepsi gerçekleşti. 10 Şubat 1974 yılında evlendim. Balayımızı Hilton otelinde geçirdik. Ordan Mecidiyeköye hanıma aldığım evi göstermek üzeregötürüp bu ev senin dedim ve o ev hala duruyor. Demek isterim ki bazı hedeflerim vardı allah’a şükür hepsine ulaştım. Ama ben dürüst ve disiplinli şekilde çalıştım.

Tansu Sarıtaylı- Teşekkür ederim Muhittin bey.

Muhiddin Diker- Ben de teşekkür ederim Tansu bey.