Zamanın Tuzu

cürmüm büyüktü;
elim sana değse günah yazıyor tanrılar,
“suç ve ceza”
isa ve “kitab-ı mukaddes”…
gecenin hangi saati bilinmez,
susmak bir büyüydü
ve sen onun sahibiydin;
çok susup
çok unutuyordu bendeki sen…
uzun bir yoldu, yürüdük;
sonsuzluğun ortasında sedef kakmalı hançerleriyle,
hicaz,
yemen ve acem
ve her gece başka kumun koynunda sabahlayan çöl
ve tenimizin ezberlediği sessizlik…
ölüme çok yakın günlerden adım başı kararsız,
adım başı ürkek ve
diri fırtınalarla yüklü nehirlerden geçerek,
sığırcıkların titreşip durduğu,
su damlasına gizlenmiş susku
ve söylenmemiş cümlelerine akıl denizinin…
gittiğimiz şehirlerde denizler vardı,
gölgelerimizin limanlarına demirlediği…
uzun bir yoldu, yürüdük;
yolun uykusunda nal sesleri,
atlar, nehirler ve bulutlar ve
ölü balığın gözleri
ve yalnızlığı kırık bir sedef kabuğu gibi taşıyan deniz
ve yitirdiğimiz yüzgeçlerimiz…
dibini kendine yurt bilen batık;
sahipsiz bir gömüt üşür kalbinde…
yanlış bırakılmıştık
unutuluş denen yalnızlığa…
umarsız mavim,
düşürme gözlerini,
ses ver…
daha soğumadan cesedini alıp götürecekler…
baharın en ılık anında,
içinde yenemediğin bir kış olduğunu hatırlatan,
verem hüznünde,
tunçtan kar’a damlayan kan ve
zaman,
teninde deniz kokulu yara;
tuzunu buraya bırakıyorum,
yaktıkça
beni hatırla…
Josef Kılçıksız, 14.01.2017, Finlandiya