Paris’e mesleğini geliştirmek için geldi, çocuklarının eğitimi için Fransa’da kaldı. Paris’e belli bir plan veya proje çerçevesinde gelip, bir süre çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünenlerin birçoğu için hayat farklı şekilde gerçekleşti. Kadın terzisi Fikret Mutlu, mesleğinde ilerlemek ve bir daire parası yapıp İstanbul’a dönmek için geldiği Paris’te, çocuklarının eğitimini tamamlamaları için kalmaya devam etti. Mutlu, şimdi torunlarının kültürlerini kaybetmemesi için kendini yeni nesle adadı.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle röportajımız devam ediyor. Bu seferki röportajımızda yıllardır Fransa’da yaşayan Fikret Mutlu ile birlikteyiz. Kendisinden, Fransa’daki yaşamı ve geçen 50 yılda yaşadıkları hakkında ilginç bilgiler alacağız.
Tansu Sarıtaylı- Fikret bey, Fransa’ya ne zaman geldiniz?
Fikret Mutlu- 1972 senesinde geldik. Türkiye’de kadın terzisiydim. Modanın merkezi olduğu için Paris’e gelip mesleğimde ilerlemekti amacım. Biraz para yapıp, memlekete dönmek ve kendi işimi kurmak istiyordum.
Tansu Sarıtaylı- Peki yolculuk nasıl geçti? Nasıl başladınız?
Fikret Mutlu- Sirkeci’den trene bindik. Eski Yugoslavya’ya girdiğimiz zaman, orada bizi indirdiler. 6 arkadaştık, üç kişiyi indirdiler, üç kişi yola devam ettik. Yolculuğa başladıktan üç gün sonra Paris’te Gare de Lyon’a ulaştık. Fakat kalacak bir yerimiz yoktu. Bir arkadaş bizi alıp, çalıştığı yere götürdü. Bir Yunanlının yanına gittik. Ertesi gün de arkadaşlarımız geldi. O adamın yanında altı ay çalıştık. Fakat adam bırak bize para vermeyi, gözlerimizi de alacaktı neredeyse?????. Sonra hepimiz o işi bıraktık.
Tansu Sarıtaylı- Çalışma izniniz var mıydı? Başlamak zor olmadı mı?
Fikret Mutlu- Bir sene çalışma müsaadesi almak için uğraştım. Biraz zor oldu. Değişik yerlerde çalıştım. En son Yugoslav bir işyeri, kartımı yaptı. Yani resmi işçi statüsü aldım. Orada bir sene boyunca kontratlı olarak çalıştım. Çalıştığım yerde 15 Türk vardı.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransızca biliyor muydunuz?
Fikret Mutlu- Hayır. Maalesef bilmiyordum. Hatta ilk dönemden bununla ilgili bir anım var. Türkiye’deki eşime para göndermek için Paris’in Belleville semtinde oturan bir arkadaşıma gidip parayı teslim ediyordum. O da benim parayı Türkiye’ye gönderiyordu. Otobüsle Montfermille’den Pantin semtine kadar geliyoruz. Gelirken arkadaşın yanında bir oğlu vardı. 8 yaşlarında bir çocuk. Bana doğru konuşuyor ama ben cevap veremiyorum. Çünkü henüz 3-4 ay olmuş ve ben Fransızca konuşamıyorum. Annesi, çocuğa “Anladığım kadarıyla o amca lisan bilmiyor” dedi. Çocuk da “Ben 8 yaşındayım konuşuyorum, koskoca adam diye konuşamıyor” diye cevap verdi. O hadise beni çok etkiledi. Onun üzerine “Fransızcayı öğreneceğim” diye karar verdim.
Tansu Sarıtaylı- Fransızca konuşmayı nasıl öğrendiniz?
Fikret Mutlu- Paris’e çok büyük hayallerle gelmiştim. Fransızcaya ilgim vardı. Her gün bir kelime öğrenmeye çalışarak geldim ama en başta hiç yeterli değildi. 15 arkadaşın arasında birazcık konuşabilen biriydim. Yugoslav işveren de beni atölye şefi yaptı. Bu arada Türkiye’den sürücü ehliyetimin olması da bir avantaj sağladı. Arkadaşların yaptığı işi arabaya yükleyip, iş aldığımız firmaya ben götürüyordum. Bu arada da yolda Fransızca radyo dinliyordum. Bunun, Fransızca kulak aşinalığı elde etmemde çok faydası oldu. Okul Fransızcası değilse bile günlük konuşmayı öğrendim. Ayrıca başka bir Yugoslav atölyesi vardı, onlara iş taksimi yapıyordum. Evinde çalışan Yugoslavlara da yapılacak işleri hep ben götürüyordum. Bu şekilde en büyük benim avantajım Paris’i öğrenmek ve iş piyasasını tanımak oldu.
Tansu Sarıtaylı- Peki hep Yugoslav atölyesinde mi çalıştınız? Nasıl devam etti?
Fikret Mutlu- Oradaki süremiz, iş akdimiz doldu. İş aldığımız bir firma bana “Sen terzisin, bu adamın yanında niye çalışıyorsun. Kendi hesabına çalışırsan daha çok kazanırsın” dedi. Ben, İstanbul’da iyi bir ustanın yanında yetişmiştim. Küçük bir makine alıp evde çalışmaya başladım.
Tansu Sarıtaylı- Siz Paris’e gelirken Türkiye’de eşiniz ve çocuğunuz varmış. Onları ne zaman getirdiniz?
Fikret Mutlu- Kendim iş yapmaya başladığımda, Türkiye’deki eşimi ve bir buçuk yaşındaki oğlumu Paris’e getirdim. Evde çalışmaya başladıktan sonra daha çok para kazanıyordum. Ağustos ayının sonunda benim maaşım ödenirken, bana o günün parasıyla 400 Frank fazla verdiler. Hesapladım, diktiğim işlere baktım “Niye fazla para verdiniz” dedim. “Sen normalden daha fazla çalıştın. Prim olarak bu parayı ödüyoruz” dediler. Bu şekilde aşağı yukarı bir sene devam etti. Öyle iş çevrem genişledi.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya ilk geldiğiniz yıllarda Türkiye’den bir şey özlediniz mi?
Fikret Mutlu- Vallahi her şeyi özledik. Çünkü etrafa bakıyorduk hiçbir taraf bizim memlekete benzemiyordu. En büyük özlemimiz Türkçe konuşmak, Türkçe dertleşmekti. O zamanlar bizim gibilerin uğrak yeri olan Cadet semtindeki Cadet kahvesine giderdik. Pazar günleri toplanıp sohbet ederdik. Oraya gelenlerin çoğu evlilerdi. Çocuklar, memleket, çalışma izni gibi konular konuşulurdu.
Orada arkadaşlar “Ne yapıyorsun yen kazanıyorsun” diye sordular. Sonra bana “Sen el işi daha fazla olan bir manto dikiyorsun. Reversible hep elle çalışılır??????. Göz nuru olan bir iştir. Sen bu işten vazgeç. Gel makineye dön. İyi para kazanmak istiyorsan, işi askıda teslim edeceksin. Yoksa mankeni giydirip de sana bak burasına işte şurasına dikkat denilirse para kazanamazsın. Onun için askıda teslim edeceksin, sayacaksın. Öyle para kazanırsın” dediler.
Biz de bu sistemi denedik. Birisi beni bir firmayla tanıştırdı. Seri iş aldım. Onu götürdüm. Ay sonu geldiğinde baktım ki benim orada yaptığım işin üç misli daha çok para kazanmaya başlamışım.
Tansu Sarıtaylı- Peki daha fazla para kazanmak bir şeyleri değiştirdi mi?
Fikret Mutlu- Tabi. Aslında Paris’e gelirken amacım mesleğimde ilerlemek ve elimize para geçince İstanbul’a dönüp orada iş kurmaktı. Tabi elimize çok para geçince dönme fikrini bir kenara koyduk. Eşimle beraber çalışıp para kazanalım diye düşündük. Çünkü benim eşim de Türkiye’de çalıştığım yerde terziydi, yani birlikte çalışıyorduk. O vaziyette madem imkan var bari biraz daha çalışalım İstanbul’da bir daire alacak kadar paramız olsun, kiradan kurtuluruz diye karar verdik.
Tansu Sarıtaylı- Peki o arada Türkiye’ye hiç gitmediniz mi?
Fikret Mutlu- Türkiye’ye ilk gidişim, Paris’e geldikten 3 yıl sonra oldu. Burada sıfır araba satın almıştım. Ehliyetim de vardı. Bu şekilde ilk tatilimi 1975 yılında kendi arabamızla Türkiye’ye gittiğimizde yaptık.
Tansu Sarıtaylı- Peki Türkiye’de nasıl karşılandınız? İlgi var mıydı?
Fikret Mutlu- Paris’te işi ve arabası olan biri olarak Türkiye’ye gitmenin, memlekette büyük etkisi oldu. Sanki büyük bir başarı şekline dönüştü. Fakat bunun içinde yorgunluk da vardı. Kimse parayı hangi şartlarda kazandığımızı bilmiyordu. Anlatsak da anlamazlardı.
Tansu Sarıtaylı- Çocuklarınız burada büyüdü. Onların eğitimi, yetişmesi nasıl oldu?
Fikret Mutlu- Büyük oğlum buraya geldiği zaman iki buçuk yaşındaydı. Burada anaokuluna başladı. Yedi sene sonra iki çocuğumuz daha oldu.
Tansu Sarıtaylı- Sonra diğer çocuklarınız doğmuş. Çocukları yetiştirmek, eğitimleri falan zor olmadı mı?
Fikret Mutlu- 1978’de doğan çocuğumuz da büyümüştü artık. Oğlum liseye başlayacağı zaman biz İstanbul’da ikinci dairemizi almıştık. “Ya iki dairemiz var artık. Dönmeyi hak ettik. Kesin dönüş için program yapalım. Küçük de ortaokulu Türkiye’de okusun” dedik. Büyük oğlum ise buna karşı çıktı. “Baba, Türkiye’de yaşayanlar, çocuklarını Avrupa’da okutmak için imkan, çare arıyorlar. Biz burada büyüdük, siz bizi Türkiye’ye geri götürmekten bahsediyorsunuz” dedi. Bu sözler bizi etkiledi. Tamam, çocuklar eğitimlerini Fransa’da tamamlasın dedik, Türkiye’ye dönme programını kaldırdık. Çocuklarımızı burada yetiştirelim, onların iyi bir istikbal kazanmasını sağlayalım diye karar verdik.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’da ilk yıllarda sizi nasıl karşıladılar? Yani Fransızlar Türkleri tanıyor muydu?
Fikret Mutlu- Maalesef bilmiyorlardı. Hatta bir gün bir Fransız, elinde bir dünya haritasıyla geldi “Türkiye nerede” diye sordu. Biz de o haritada Türkiye’yi gösterdi. “Ben Türkiye diye bir ülke olduğunu bilmiyordum” dedi. Biz de duruma bakış açımızı değiştirdik. Yani biz buraya Türk işçisi olaraktan geldik ama pozisyonu değiştirmek zorunda kaldık. Biz burada Türk’üz, işçi değil turizm elçisi olalım dedik. Hanımla birlikte çevremizle samimiyet kurmaya başladık. Yarım Fransızcamı daha da geliştirmeye çalıştım. Eşim ve çocuklar, onların hanımları çevremizdekilere kendimizi tanıttık, onları Türkiye hakkında bilgilendirdik. O kişiler Türk hayranı oldular. Onları Türkiye’yi gezmeye ikna ettik, Antalya’ya tatile gitmelerini önerdik. Dönüşlerinde çok memnun kalmışlardı. Türk ve Türkiye hayranı oldular. O şekilde hareket etmeye başladılar. Biz de bunun faydalı olduğunu gördük ve o yönde temas kurmaya, çalışmaya devam ettik. Yalnız beni ve eşimi değil, çocuklarımı da tanıdılar. Tabi bu arada Türk arkadaşlarla sohbetimiz eksik olmadı.
Tansu Sarıtaylı- Çevreniz genişledikçe sorunlar artmadı mı?
Fikret Mutlu- Zaman zaman bize paralı olarak baktılar, bizden istifade etmek istenler oldu, yardımcı olduk, gerekeni yaptık ama verdiğimiz paraların hiçbirini geri alamadık.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’da Türk toplumunun bir bireyi olarak neler yaşadınız? Hangi problemlerle karşılaştınız. Yani buradaki Türkleri ilgilendiren konular, toplumun ihtiyaçları açısından soruyorum.
Fikret Mutlu- Burada hastalananlar veya vefat edenler olduğu zaman çeşitli ihtiyaçlar oluyordu. Yani kapı kapı dolaşıp cenaze için para toplamak zorunda kalıyorduk. O paralar sayesinde cenazeleri Türkiye’ye gönderebiliyorduk. Bu konu için konsolosluğa gittik. İlk birkaç seferinde “Bizim öyle bir fonumuz yok veya vardı da bitti. Kendiniz çözün” dediler. Birkaç yıl öyle çözmeye çalıştık. Fakat para istemek de problem. Hatta arkadaşın birisi para istediğimiz zaman “Siz geçimin yolunu buldunuz, çok güzel para kazanıyorsunuz” dedi. O söz bize çok ağır geldi. Bunun üzerine samimi olduğumuz arkadaşlarımızla konuşup yeni bir girişimde bulunduk. Tekrar konsolosluğa gittik. Cenazeler için para topladığımızda çirkin imalar oluyor dedik. O zaman bunun çaresi birlik olmak dediler.
O sıralarda Fransa’da Süleymancılar var, Milli Görüşçüler var. Hatta Fetullahçılar çıktı ortaya. “İslam’ın dalları” dediler. Biz de hiçbir ayrılık gayrılık olmasın diye hiçbir görüşle alakası olmayacak insanlarla toplanıp bir çare bulmaya giriştik. 50 kişi toplanın gelin dediler. O 50 kişiyi zar zor bulduk, konsolosluktan randevu aldık. Bu arada konsolosluk, şimdiki yerinde değildi, Bulvar Malesherbes’te. Neyse, dediler ki bir dernek kurulacak. Nedir bu dernek? Diyanet İşleri Türk İslam Birliği. Yani bugünkü Türkiye’deki ve Avrupa’daki DİTİB olan dernek. Bunu kurduk, cenaze fonu olarak faaliyete başlattık. 1986 senesinde kurduk. Onun 52 kurucu üyesindenim. Dernek şimdi çok faal, Avrupa’nın her tarafına yayıldı.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklarınız ne okudu? Ne meslek edindiler?
Fikret Mutlu- Büyük oğlu ekonomi okudu. Sorbonne Üniversitesi’nde Yüksek Ticaret Okulu Ekonomi Bölümü. Oradaki diploma törenini hatırlarsınız, siz de vardınız. Büyük oğlum şimdi 54 yaşında??????. Şu anda klima ve havalandırma üzerine bir şirketi var. İkinci oğlum tıp okudu, üzerine uzmanlığını da yaptı nörolog oldu. Küçük oğlumuzu da abilerini göstererek teşvik ettik. O da eczanede çalışıyor.
Tansu Sarıtaylı- Peki onları üniversitede okutmak zor olmadı mı?
Fikret Mutlu- Büyük oğlum lisede okurken, o zamanın Cumhurbaşkanı Valery Giscard D’Esting görevdeydi. Giscard’ın zamanında yabancılara karşı bir ayrımcılık vardı. Yabancı çocukların yüksek eğitim yapmasını istemiyorlardı. Orta okuldayken oğlumun Fransızca hocası kadına gittim görüştüm. Ben her hafta bir çocuğumun bir hocasıyla görüşüyordum. Oğlumun eğitim durumunu kontrol ve takip ediyorum.
“Oğlumun eksiği var mı” diye sordum. Yok dediler. Peki yabancı/yerli ayrımı var mı diye sordum. Rasist dediğim zaman o hoca bana “Elbette vardır” dedi. Peki bunu nasıl yeneceğiz diye sordum. Çocuk ırkçılığa maruz kalmadan nasıl başarılı olacak diye sordum. O hoca şöyle dedi “Yerli 6 puanla geçiyorsa, yabancı 10 puan almazı lazım.”
Öyle olunca ben oğlumla konuştum. Bak oğlum bir gün liseden bana mektup gelir de “Oğlunuz yüksek eğitim yapamayacak, ona bir meslek seçin diye beni çağıracak olurlarsa sana en çabuk şekilde bir meslek ben öğretebilirim. Çünkü ben terziyim. Fakat senin de terzi olmanı istemiyorum. Başarılı ol yüksek öğrenime geç” diye öğütte bulundum. Bu şekilde çocuklarımızın üzerine düştük. Dışarıda eğlencelerimiz yoktu, Paris’in havasına uyup Avrupalı gibi yaşamayı da hiçbir zaman düşünmedik. Zamanımızı ve imkanlarımızı, çocukların eğitimi için kullanmaya çalıştık. Allah’a çok şükür, üç oğlum da yüksek öğrenimlerini tamamladı.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklar okullarını bitirdikten sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünmediniz mi?
Fikret Mutlu- Büyük oğlumun hanımı yakalandığı hastalık sonrası vefat etti. O bizim için yıkım gibi oldu. Daha sonra çocuklarla emekli olup Türkiye’ye dönelim dedik, bu sefer de gelinimizin vefat etmesi bizi yine burada bıraktı. Bu şartlarda onların çocuklarını yetiştirmek istedik. Bir yandan hanım evde uğraştı ben de onları okula götürüp getirdim.
Tansu Sarıtaylı- Fikret bey, siz ayrıca Fransız vatandaşlığı da almışsınız? Buna nasıl karar verdiniz? Vatandaşlık almak zor oldu mu?
Fikret Mutlu- Paris’e ilk geldiğim senelerde bir arkadaşla tanıştım. O zamanlar burada ev almıştı hatta daha sonra Fransız vatandaşı da oldu. Öyle olunca, ben o arkadaşı kendi iç dünyamda çok ayıpladım. “Ya bu adam Türklüğünden mi utanıyor. Bir Türk neden Fransız vatandaşı olmuş” diye düşündüm. Tabi sonraki senelerde şartlar, benim içten içe ayıpladığım şeyi bana yaptırttı. Biz de Paris’te oturduğumuz evi satın aldık. Yani aslında kalıcı hale geldiğimizin bir ispatıydı bu. Sonra biz de Fransız vatandaşlığı aldık. O sıralar Fransa’da bir kanun çıkmıştı ve “Kendimi Fransız hissediyorum” diyen insanlara kolayca vatandaşlık veriyorlardı. Biz de Fransız vatandaşlığı almak için başvurduk.
Yalnız vatandaşlığa başvururken ilginç bir durum da yaşadık. Ben, hanıma vatandaşlık alalım dedim, ama o kesin bir şey söylemedi. Sonra bir ara resmi daireye gittik, memurla konuştuk. Bu vatandaşlık konusunda ne kadar kararlı olduğunuza dair bir sohbetti. Ben vatandaşlık istediğimi açık açık söyledim. Memur, benim hanıma dönüp “Beyiniz, sizinle ilgili şer şeyi anlattı. İsterseniz size de birkaç soru sorayım. İlave etmek istediğimiz bir şey var mı? Kocanız haricinde ‘Fransa’yı seviyorum’ deyin” şeklinde konuştu. Benim hanım ise “Ben Fransa’yı seviyorum demeyeceğim” şeklinde karşılık verdi. Zaten biz evde bu konuda sohbet ederken ‘ben demem’ diye inat etmişti. Tabi orada da öyle olunca onun vatandaşlık başvurusu kabul edilmedi. Biz Fransız vatandaşı olduk, o 10 sene sonra oldu.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’da yıllarca kalmış bir insan olarak yadırgamayla veya sosyal bir baskıyla karşılaştınız mı?
Fikret Mutlu- Fransa’da 25-30 yıl geçtikten sonra, beni tanıyanlar “Siz artık Türklükten çıkmışsınız, Fransız olmuşsunuz” bile dediler. Ben de onlara şöyle cevap verdim “Burada çalışmak Fransız olmaksa, diğerleri neci? Yahudiler, İtalyanlar, Portekizler var, onlar Fransız değiller. Onlardan Portekizli olana Portekizli diye ayırıyorsunuz, Yugoslav diye ayırıyorsunuz.”
Aslında istiyorlar ki asimile olalım, komple Fransız olalım. Böyle istiyorlar. Biz bunun farkına vardık. Ben ve eşim, çevremizdeki arkadaşlarımız da asimile olmayı hiçbir zaman kabul etmedik. Bilhassa çocuklarım. “Biz entegre oluruz, uyum sağlarız ama asimile olmayız” dedik. Ben ve çocuklarım, onlardan gelen 7 tane torunum asimile olmadık. Entegre olmaksa bu Türklükten çıkmak değildir. Türklüğümüzden gurur duyuyoruz. Soyadımda olduğu gibi “Ne mutlu Türküm diyene” diyorum.
Tansu Sarıtaylı- Fransızların Türklere olan bakış açısını veya tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fikret Mutlu- Fransızlar zaten kendilerinden başkasını insan olarak görmez. Yani en büyük, en başarılı, en gururlu insanlar onlar. Onlar kendi aralarında da aynı şeyi yaptıkları gibi dışarıdan gelenlere ‘yabancı’ gözüyle bakarlar. Ben 50 seneyi aşkın süredir buradayım, hâlâ ‘siz yabancısınız’ diyenlerle çok karşılaşıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Peki mesleğinizi icra ederken muhatap olduğunuz Fransızlar ne diyordu, nasıl davranıyordu?
Fikret Mutlu- Ben 18 sene serbest iş yaptım, yani elbise tamir ettim. Müşterilerimin çoğu Yahudi ve Fransız’dı. Paris’in 18 semtinde bir atölyem vardı. Bazı Fransızlar “‘bizim ekmeğimizi yiyorsunuz” derdi. Ben de onlara “Hayır ben senin ekmeğini yemiyorum. Sen bana iş getiriyorsun, getirdiğin iş için ben emek veriyorum, emeğimi yiyorum. Gücünüz vardı da neden bana ekmeğinizi yedirtiyorsunuz, madem öyle ekmeğinizi bana getirmeyin, işi bana getirmeyin” diyorum. Daha sonra tekrar geldiklerinde “Neden geldiniz” diye soruyordum “Çünkü sen iyi yapıyorsun diye sana getirdim” diyorlardı. Türk olduğum için ve mesleğimden dolayı her zaman gurur duydum. Ben ve eşim kimseyi ezmedik kimseye ezilmedik.
Tansu Sarıtaylı- Peki mesleğinizi yaparken başka ilginç bir anınız oldu mu?
Fikret Mutlu- İşimi yaparken beyaz önlük giyerdim. Fransız müşterilerim neden beyaz önlük giydiğimi sorardı. “Ben hasta elbise tedavi ediyorum. Siz bana arızalı ve hasta elbiselerinizi getiriyorsunuz, ben de onları iyileştirip size geri veriyorum” şeklinde cevap verdiğimde diyecek laf bulamazlardı.
Tansu Sarıtaylı- Kıyafet veya tamir işlerini yaptığınız ünlüler oldu mu?
Fikret Mutlu- Eski Başbakan Alain Juppe ve Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin elbiselerini de tamir ettim.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklarınız için bir şey diyen oldu mu?
Fikret Mutlu- Benim mesleğim bu. Bazı müşterilerimiz çocuğum olup olmadığın soruyor, sonra var deyince, “Çocuklarınız da terzi mi” diye ekliyorlar. Hayır, deyip çocuklarımın tahsillerini ve mesleklerini söyleyince anında hitap şekilleri değişiyor. Böyle durumları çok yaşıyoruz.
Tansu Sarıtaylı- Çocuklarınız burada doğdu, burada büyüdü. Torunlarınız da var. Peki onlar Türkiye’ye kesin dönüş yapmayı düşünürler mi?
Fikret Mutlu- Çocuklar zaman zaman Türkiye gidip geliyor. Orada dairemiz var. Her sene gidip tatillerini yapıp gelirler. Bir daire alıp memlekete dönelim diye bir düşünceleri olmaz. Benim ve eşimin yıllar önce döner yerleşiriz diye aldığımız daire şimdi tatil için kullandığımız bir adres oldu. Torunlarım da tatillerini yapıp döner. Ancak hiçbiri sürekli kalmaz. “Memlekete dönün” de diyemem. Çünkü işleri ve eşleri Fransa’da. Biz Fransız vatandaşlığı almış Türk olarak, Türklüğümüzden ve türkülerimizden de gurur duyuyoruz. Fakat bunca yıla rağmen her zaman yabancılık hissiyle karşılaşıyoruz.
Tansu Sarıtaylı- Fikret bey, siz Fransa’da yarım asırdan fazla kalmış bir insan olarak Türkiye’de neyle karşılaşıyorsunuz? Türkiye’dekilerin yaklaşımı nasıl?
Fikret Mutlu- “Yeter artık daha ne zaman döneceksiniz” diyenler dahi oluyor. Türkiye’de apartmandaki komşum “Senede 1-2 ay kalıyorsunuz. Madem öyle satın bu daireyi veya kesin dönüş yapın da komşu olalım. Hatta satın bize bir daire sahibi olalım” diyor.
Tansu Sarıtaylı- Fikret bey bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğum veya sizin eklemek istediğiniz var mı?
Fikret Mutlu- Başka diyecek başka bir şey yok. Teşekkür ediyorum. Fikret Mutlu’nun Fransa’ya geldiği yıllarda çekilmiş bir fotoğrafı